Karar Verme Zamanı Geldi - Geçiyor.


Karar verme zamanı geldi- geçiyor.
Sürekli değişim-dönüşüm içindeki bir dünyada yaşıyoruz. Peki nerden gelip-nereye gidiyoruz sorusunu ciddi olarak düşündük mü? Yaşamın bir anlamı yok mu? Hayatımızı, hiçbir doğal sistem bilgisine sahip olmayan din-adamları, siyasetçiler gibi bilim-yoksunu insanların yönlendirmelerine göre mi devam ettireceğiz?
Doğa ve dünyamızın nerden gelip, nereye gittiğini anlayabilmenin en basit yolu, “ZAMAN” kavramının anlamını anlamaktan geçer. Şimdiye dek bu kavramın yanlış yorumlandığı DOM-bilgilerinin sistemli olarak sunulduğu http://tanriyianlamak.blogspot.com.tr/ adresli blog-sayfamızda açık ve net bir şekilde gösterilmiştir. Zaman yanlış yorumlanınca, zamanın bir dilimi olan “ömür”, dolayısıyla “hayat” da yanlış yorumlanmış ve nerden gelip, nereye gidildiği anlaşılamamıştır.
Doğal sistemin sürekli değişim-dönüşüm içinde dinamik bir sistem olduğu ve dinamik sistemler fiziği ilkelerine göre işlediği ise ancak son 20-25 yıl içinde anlaşılmaya başlanmıştır.
Doğadaki tüm bu değişim-dönüşümleri tetikleyip-yönlendiren faktörün ise kuantsal enerji ağı olduğu yine son çeyrek asır içinde anlaşılmıştır. Yani doğadaki varlıklar arasındaki etkileşimlerde kullanılan bir alış-veriş birimi vardır o da kuantum denilen en temel enerji-öğesi ve onun tam-sayılı katlarından oluşan atom-molekül gibi üst-sistem öğeleridir. Yani her şey, kendisini oluşturan alt-sistemlerdeki enerji-öğesi ile işlem yapmakta, ona bağımlı olmaktadır.
İnsan toplumlarındaki işlemlerde kullanılan enerji-öğesi ise paradır, ama paranın denetimi insanların kendi özgür denetimlerinde değil, tepelerindeki bir zümrenin kontrolündedir. İşte bu durum doğadaki dinamik sisteme tamamen terstir ve insanlık bu yanlışlığın cezasını çekmektedir.

Statik Sistem Görüşünün Köleleştirici Etkisi


Doğada dinamik bir sistemin işlediği, yukarıdaki bölümlerde bilimsel verilerle gösterildi. Görülüğü üzere doğada olaylar bilinçsiz öğelerin rast-gele çarpışmalarıyla, veyahut tepeden gönderilen bir sinyalle (emirle) değil, varlıkların bilinçli ve karşılıklı etkileşimleriyle oluşuyor.


Statik sistemde güç, yani Allah veya doğal seçici, “en üst-sistemde” tepededir. Dolayısıyla toplum hayatının enerji-birimi = kanı olan “PARA” da tepedekilerin denetimindedir.

         Para ile yöneticiler yönlendirilir,
         Din adamları çıkarları (para) uğruna halkını uyutur,
         Güvenlik güçleri maaşlarını tepeden aldıklarından, tabandaki halkın çıkarlarını değil, tepedekilerin menfaatlerini gözetecek şekilde halkı baskı altında tutar,
         Paranın halka dağıtımında denge yoktur, çünkü denge ancak karşılıklı etkileşimin bulunduğu sistemlerde oluşabilir. Dengesizlik hat safhaya ulaşınca, ayaklanmalar, darbeler, vs. ile tepedekiler değiştirilir, (yani “düzenler” değiştirilirler ama “düzülenler” hep aynı kalırlar).
         Bu kısır döngüden kurtulmanın tek yolu vardır: O da “Allah” kavramını doğadaki dinamik sistemli işleyişe göre yorumlamak ve dincilerin çifte standart uygulayarak, kah kuantsal sistemli (tabana, karşılıklı etkileşimlere dayalı) bir güç, tepeden emir verici (harici bir güç) olarak yorumlayarak halkı uyutmasına engel olmaktır.
         Bu görev bilim-insanlarının yapması gereken bir görevdir, ama onlar da statik sistemle zombileşmiş olduklarından ateist-agnostik, vs. gibi, bilgiye dayalı olamayan görüşlerde ısrarlı olduklarından, yaratılışçılarla olan tartışmalar “sidik yarışına” döner ve yukarıdaki kısır döngü devam eder.
         Doğadaki etkileyici-yönlendirici gücü tepeye koyarsanız kul-köle olmaya mecbursunuz. Allah’ı içlerindeki kuantlarda değil, dışlarında kabul edenler, köleliğe mahkumdurlar.
         Bu kısır döngünün kırılması, dinamik sistemli düşünebilen insan sayısının belli bir “eşik değerine” ulaşmasıyla mümkün olacaktır. Bu kritik sayıya ulaşılması ise, sizlere kalmıştır.
Bu görüşe katılıyorsanız, paylaşın ki, çığ gibi çoğalıp, kritik sayıya ulaşılsın ve sağır-sultanlar bile duysun. Yoksa, daha çooook bir kurtarıcı beklersiniz. Düzenler değişir ama düzülenler hep aynı kalırlar.


Dünyadaki savaşların çoğu, para getiren kaynaklara sahip olma dürtüsüsür
Halkın davranışını görüşleri belirler. Toplumumuzda iki farklı görüş egemendir:
1: İnsanlara görünmeyen ve elçileriyle insanlara mesajlar gönderen bir yaratıcıyı öngören görüş,
2:  Doğada her şeyin, bilgisiz-bilinçsiz parçacıkların rastgele çarpışmalarıyla oluştuğuna dair görüş.
Her iki görüş de statik sistemli bir doğa kabullenir; yani oluşum ve gelişimlerde varlıkların aktif, amaçlı bir rolleri yoktur, her şey tepedeki bir güç sistemi (Allah veya doğal seçici) tarafından yönlendirilir.. Bu temel yaklaşım uyarınca toplumlar tepedeki bir lider (kral, sultan, başkan, vs.) ile idare edilirler, yönlendirilirler. Demokrasilerde bile halk tüm yetkiyi tepedeki başkana vermiştir. Toplumun refah düzeyi, bireylerinin üretim kapasitesine bağlıdır. Liderli sistemlerde halk pasifleştirilmiştir, çünkü liderin dediğinin yapılması gerekir. Düşünme tembelliğine mahkum edilen ve kendine güveni olmayan, halkın ise üretim potansiyeli, yeni buluşlar yaparak, diğer toplumlara karşı avantajlı duruma geçmesi olanaksızdır. Çünkü, doğası gereği, tepeye bağımlılık sistemi bireylerin düşünmesini ve bilgili olmasını engelleyicidir. Böyle bir çıkmazda olan başkanlar, ya kendi halkını bölerek, ya da komşu toplumlarla düşmanlık oluşturarak, insanların dikkatlerini dağıtıp, hedeften sapmalarını sağlarlar. Bu tür yöneticilerin elindeki toplumlarda halk “dış-güçlerin” de etkisiyle fraksiyonlara bölünürler ve aralarında kavgalar-savaşlar başlar. Halkın sorunlarının nedenini  öğrenmelerine fırsat bile kalmaz, liderlerin bir gelir, diğeri gider, her biri diğerini suçlar. Bu tahtıravalli oyunu böylece oynanıp-gider.
Tüm devlet yöneticileri, “ekonomik baskı” altındadırlar ve “para” en tepedeki “zenginler kulübünün” (bankacı ailelerinin) denetimindedir. 
Jesse M Unruh’un dediği gibi “Money is the mother’s milk of politics = para, politikanın ana-sütüdür”.  Dünya siyasetinin yönlendirilmesi tamamen para politikası ile olmaktadır. http://tanriyianlamak.blogspot.com.tr/2016/01/kuantlardan-altna-paralara.html adresinde, paranın ne zaman ve nasıl toplumsal hayatımıza girdiği ve nasıl bir çekim noktasına (attractor) dönüştürülerek, insanları köleleştirip, tepedekilere bağımlı hale getirildiğinin kısa bir hikayesi anlatılmıştır.
Günümüzde petrol ve doğal-gaz en fazla para getiren doğal kaynaklar olarak karşımıza çıkmaktadır. Bu doğal kaynakların bulunduğu en önemli bölge ise orta-doğu ülkeleridir. Günümüzde yapılan tüm savaşlar bu ülkeler üzerindedir ve parayı ve dünya siyasetini kontrol eden güçlerin bu ülkeleri denetimleri altına almalarına yönelik politikaların sonucudurlar.
Paranın toplum hayatındaki köleleştirici etkisi, doğadaki etkileyici-yönlendirici faktörün, taban-öğelerinde bulunan kuantsal sistem olarak kabul edilmemiş olmasıdır. Tam tersi bir etkileyici-yönlendirici faktör kabul edilmiştir: varlıkların dışında-üstünde bulunduğuna inanılan “Allah” veya “doğal-seçici”. Bu şekilde statik sistemli doğa görüşü ortaya çıkmış ve tepedekilerin denetimindeki para, insanları kul-köle yapmıştır.
Halbuki doğadaki etkileyici-yönlendirici-faktör, gerçek doğada olduğu gibi, kuantsal sistemde kabul edilseydi, “tepe” diye bir şey olmayacaktı, her varlık kendi bileşimine uygun bir sinyal (iş, ürün, vs) ile doğada (toplumda) yerini alıp, karşılıklı etkileşimler, anlaşıp- uzlaşmalarla gerçek toplumsal ortaklıklar oluşturacaklardı.
İnsanlığın tüm sorunları, doğayı yanlış yorumlayıp, tepeden yönlendirilmeli statik sistemli bir doğada yaşadığına inandırılmış olmasından kaynaklanmaktadır. Kurtuluşu ise, dinamik sistemli doğada yaşadığını fark etmesine bağlıdır. Başka bir çözüm yolu yoktur.
Bu görüşe katılıyorsanız, paylaşın ki, çığ gibi çoğalıp, kritik sayıya ulaşılsın ve sağır-sultanlar bile duysun. Yoksa, daha çooook bir kurtarıcı beklersiniz.


Sorunlardan kurtulmak, “para” denilen  köleleştirme faktörünü ortadan kaldırmakla; “Para” faktörünü ortadan kaldırmak ise, doğadaki yönlendirici gücün içlerimizdeki kuantsal-öğelerde olduğunu anlamakla mümkündür.

Bizler statik sistemli bir hayat görüşüne göre düşünüp-davranırız. Bu görüşte, doğadaki tüm canlılık, olağan-üstü bir güç tarafından varlıkların içine konulmuş “ruh” denilen ve ne olduğu bilinmeyen gizemli bir faktörden kaynaklanır, ve varlıkların bu olağan-üstü güç sisteminin oluşturduğu doğa yasalarına bir robot gibi uyduklarına inanılır.
Statik sistemli hayat görüşü ile zombileşmiş insanlar:
         Doğada her şeyin tepeden gelen yönlendirmelerle gerçekleştiği inancı nedeniyle, çevrelerindeki değişim-dönüşümleri araştırma, bu konularda bilgi oluşturma gibi bir gayret içine girmezler, bu nedenle bilgi oluşturma yetenekleri körleşip-kötürümleşir,
         Hayatın neden doğum-ölüm döngüsüne dayandığı bilgisi mevcut olmadığından, “öteki-dünya” gibi hayali bir yerde ebedi bir hayat sürecekleri inancıyla, bu dünya ortamı koşullarının korunmasına gerekli itina gösterilmez ve dünya cehenneme dönüştürülür,
         Statik sistemin yönlendirici faktörü, yani Toplum hayatının kanı-enerjisi paradır. Devletler tepeden yönetildiği için, tüm güç-kuvvet (dolayısıyla paranın kontrolü)  tepedekilerin elindedir. Maaşını tepedekilerden almaya mahkûm insanların hücreleri ise, maaşı kesilirse, ev-kirasını ödeyemeyeceği, çocuklarının yiyecek-giyecek ihtiyaçlarını karşılayamayacağı gibi korkular içerisindedir ve bu nedenle tepedekilerin kulu-kölesi olacak şekilde davranır. Statik hayat görüşlü tüm toplumlarda, para-babalarının dediği olur, iktidara gelenleri (seçimleri kazanacak olanları) onlar belirler. Para ise halkı köleleştiren en etkili faktördür.
         Doğa dinamik sistemde işlediğinden, her insanın çevresindeki tüm olayları bizzat kendisinin değerlendirmesi gerekir. Statik sistem bilgileriyle zombileşmiş insanların ise, özellikle “para” gibi bir değer yargısı ile tepeye (para babaları, vs.) bağımlı olduklarından, kendi kaderlerini tayin etme, özgür olma olanakları yoktur.
         Para diye bir şey olmadığını, herkesin ürettiği veya verdiği hizmete göre bir kredi kazandığını ve bu krediye göre alış-veriş yapıldığını düşünün. İşte doğadaki dinamik sistem böyle işler, yani varlıklar, kuantsal enerji öğelerince yönlendirilen doğal özelliklerine göre davranırlar, özgürlük denilen şey bu durumdur.

Parayı ve dinsel görüşleri kimlerin kontrol ettikleri ve statik sistemli hayat görüşünün nasıl binlerce yıldır ayakta tutulduğu konusunda şu makaleyi okuyun ve bir karar verin: http://tanriyianlamak.blogspot.com.tr/2016/01/kuantlardan-altna-paralara.html


Statik sistemli düşünenlerde bir mantıksızlık örneği: Çifte Standart

İnsanlarımız, statik sistemli hayat görüşüyle zombileşmiş durumdalar. Doğa-bilimciler, yıllardır doğada sanki bilgiye dayalı bir gelişim- bir düzenleyici-yönlendirici sistem yokmuş gibi davranıyorlar. Yaratılışçılarla yapılan tüm tartışmalarda, etkili bir görüş ortaya koyamıyorlar. Bu durum, yaratılışçıların çifte standart uygulayarak, halkı aldatmasına yarıyor.
Şöyle ki: Kuantum fiziği, atomik dünyada öğelerin salınım-adımlarıyla çevrelerini ölçüp-biçerek olasılık hesapları yaparak bilinçli davrandıkları, evrensel ölçekte birbirleriyle etkileşip-haberleştikleri, vs. gibi olağan-üstü davranışlarını ortaya koyunca, yaratılışçılar hemen bu verilerin üzerine atlayıp: “Bakınız, doğada akıllı bir tasarım var, Bu Allah’ın varlığının delilidir” gibi bir yaklaşım içine girdiler. Bu çifte standart uygulaması hala günümüzde devam etmektedir.
Burada uygulanan çifte standart ise şudur:

         Yaratılış görüşü statik sistemlidir. Statik sistem görüşünde doğa cansızdır, varlıklara “can = ruh” veren varlıkların dışında-üstünde varsayılan ve “Allah” olarak adlandırılan, hayali bir varlıktır. Bu olağan üstü varlığın “ol” demesiyle varlıklar oluşurlar. Yani varlıklar pasif birer robotturlar.
         Halbuki kuantum fiziği, varlıkların birer robot gibi değil, tersine, çok bilinçli birer öğe olarak çevrelerindeki tüm faktörleri algılayıp, kendi salınım-adımlarıyla kendilerine olan uzaklıklarını ölçüp değerlendirdiklerini ve bir olasılık hesabı yaparak, nasıl davranacaklarına karar verdiklerini göstermektedir. Yani onlara emir veren bir üst-sistem varlığı söz konusu değildir.
         Bu nedenle yaratılışçılar tam bir çifte-standart uygulayarak, hatta yalan-yanlış yorumlarla halkı aldatmışlardır. Ama evrimci geçinen bilim adamları da, bilgi ve bilincin insan gibi varlıklara özgü bir özellik olduğu, tabandaki atom-molekül -hatta hücrelerde- bile bilinçli bir davranış olduğundan habersizdirler. Yani onlar da statik sistemli düşünce içinde olduklarından, yaratılışçıların sahtekarlıklarını ortaya çıkaramamış ve tartışmalarda zayıf kalmışlardır.
         Bilim insanlarının çoğunluğu bu olgunun hala farkında değiller. Bu nedenle bu gerçek durumu DOM-bilgileri sayesinde açıklamak ve yaratılışçıların elindeki çifte standartı almak gerekiyor. Yoksa halkımızın kandırılmasına engel olunamayacaktır.
Bu görüşe katılıyorsanız, bunu paylaşın ki, çığ gibi çoğalıp, kritik sayıya ulaşılsın ve sağır-sultanlar bile duysun. Yoksa, daha çooook bir kurtarıcı beklersiniz.

Vekillerimizin de eğitilmesi gerekmez mi?
Millet-Vekillerimiz neden anlaşıp-uzlaşamıyorlar?
Doğada her şey, küçük öğelerin birleşerek, daha büyük sistemler oluşturması şeklinde gerçekleşir. Proton + nötron + elektronlar birleşerek atom dediğimiz kimyasal elementleri oluştururlar. Atomlar birleşerek molekülleri, moleküller birleşerek hücreleri, hücreler de birleşerek canlı ve cansız tüm diğer varlıkları oluştururlar.
Bu oluşumlarda ortaklığın kuralları tüm katılımcıların karşılıklı etkileşimleriyle sağlanır (Dinamik sistemli gelişen doğadaki Dinamik sistemler fiziği ilkesi).

İnsanlık yaklaşık 40bin yıldır karşılıklı etkileşim içinde, ama henüz bir toplumsal ortaklık mutabakatı oluşturamadı. Bunun temel nedeni de, doğadaki oluşumlarda varlıkları bir araya getiren kuvvetin, varlıkların kendi iç dinamikleriyle değil de, harici bir yönetici-yönlendiricinin (ilahi veya olağan-üstü bir gücün) etkisiyle gerçekleştiği şeklindeki hatalı doğa anlayışıdır, ki buna statik sistemli doğa görüşü denir. (Allah olarak tanımlanan bu harici gücün, toplumsal sistemlerdeki temsilcileri de kutsal soydan geldiklerine inanılan kral-sultan gibi yöneticiler olmuşlardır.)
Gelelim günümüz durumuna: Demokrasi denilen, farklı siyasi görüş sahiplerinin oluşturdukları partilerin yarıştıkları bir seçim sistemi söz konusu. Particilik anlayışı, krallık-sultanlık gibi, tepedeki bir güç sisteminin, yumurtlaması olarak şekil değiştirmiştir. Çünkü insanların kafasında (bilinç-altında) hala statik sistemli bir doğa görüşü egemendir.
Halbuki üzerinde yaşadığımız doğa ve dünya dinamik sistemlidir ve dinamik sistemler fiziği ilkelerine göre işlemektedir. Neyse, bu konuyu bir kenara bırakıp, günümüzdeki hükümet oluşturma konusundaki soruna dönelim. (Yani aslında meclise partili milletvekilleri değil de, toplum hayatını temsil eden iş-ve-meslek mensubu üyeler seçilmiş olmalılardı ve onların katılımıyla hükümet oluşturulmalıydı.)
Mecliste 4 partiye mensup millet vekilleri var. Eğer bu millet vekillerinin bilgileri ve mantıkları sağlam olsaydı, toplumun kendilerini sorunları çözmek için oraya gönderdiklerinin bilincinde olarak, sorunları çözecek şekilde birbirleriyle uzlaşırlardı. Amaç toplumun sorunlarıysa, sorunlar belli, çözümü de, doğa ve dünya hakkında bilgileri varsa, bellidir.
Ama gel gör ki, bazı parti mensupları, “biz koalisyona girmeyiz, yani ortaklık yapmayız” gibi temel mantık hatası yapıyorlar. Ne demek “biz ortaklık yapmayız?” Toplum hayatı bir ortaklık sistemidir. 70 milyonluk halk, ortak bir yaşam istiyor. Ve seçim sonunda da 4 parti mensubu oraya gitmiş. 2- veya 3 partinin çoğunluğu sağlayarak oluşturacağı bir hükümet değil, tüm halkın temsilcilerinin oluşturacakları bir hükümet söz konusu olmalıdır. İşte doğadaki sistemin gereği budur. Tüm ilgiler, ortak bir paydada birleşeceklerdir.
Görülüyor ki, tüm parti liderlerinin ve diğer millet-vekillerinin doğadaki dinamik sistemin işleyişi hakkında zerre kadar bilgileri yok. Bilgi sahibi olunmadan da bir iş yapılması olanaksızlaşıyor. Malum, dinamik sistemli doğada “Information & Self-organisation” ilkesi geçerli.
Vekilleri ortaklığa mecbur etmek için yapılması gereken tek düzenleme ise, partiler yasası veya meclis-iç-tüzüğüne şöyle bir madde eklenmesidir. Ortak işleme katılmayan vekillerin (partinin) vekillikleri otomatik olara düşer!
Toplum hayatımızı düzenlemek ve yönetmek üzere seçtiğimiz milletvekilleri (ve onların liderleri), dinamik sistemli doğal hayat hakkında bir şey bilmediklerinden, karşılıklı anlaşıp-uzlaşma çabaları içine girmekten çekinmektedirler. “Biz bir koalisyon içine girmek istemiyoruz!” diyen bir siyasetçi, hayatın “”h”sını bilmemektedir.


PARA – PARA - PARA
Yaratılışçıların Allahı, evrimcilerin  “doğal seçicisi” doğadaki varlıkları yönlendiren güç sistemi olarak kabul edilir. Güç, enerjiyle oluşur. Peki enerji nerdedir veyahut kimdedir? Statik sistemli doğa görüşünde güç, dolayısıyla enerji tepededir, sahiptedir.
Tarih boyunca çoğu kral veya sultan kendi adına para bastırmış ve bu şekilde güç ve kuvvetin kendinde olduğu sinyalini vermiştir. Son yüzyıl içinde bilim ve teknolojik gelişimlerin de etkisiyle, devletler arası ilişkiler artmış ve tel-örgülü sınırlar kalkarak toplumlar arası etkileşimler kolaylaştırılmış, uluslar arası ticaret artırılmıştır. Bu durum dünya genelinde ortak para-birimi kullanılmasını zorunlu kılmıştır. Başlangıçta “altın” olan uluslar-arası para biriminin yerini, zamanla “dolar” “euro” gibi döviz birimleri almıştır. Bağımlılık tepeye olunca, para denilen ve toplum hayatında hizmet-alışverişini sağlayan unsur da tepedekilerin elinde olur. Dünya genelinde gerçekleşen hizmet-
alış-verişlerinde kullanılan “para” biriminin denetimini elinde tutan, dünyayı yönetme-yönlendirme fırsatına kavuşur ve uluslar-arası düzeyde güç-savaşları başlar. Eskiden sadece krallar veya sultanlar tarafından sömürülen halk, bu defa uluslar-arası-para-babaları tarafından da sömürülmeye başlanır. Çünkü hizmet alış-verişlerinde kullanılan “parayı” basıp-çoğaltanlar (krallar veya uluslar-arası-bankacılık-sistemleri vs.)  hiçbir hizmet üretmeden üretilen hizmetlerin takası sırasında anormal kazançlar sağlamaktadır. Tüm bu işlemlerde ise hep en tabandaki halk soyulmaktadır, ve bu uyutulmuş zavallılar kesimi hala uyandırılmaya karşı direnç göstermektedir. Para basma hakkının dahi kendinde olduğunu, her şeye müdahil olmasının şart-ve-gerekli olduğunun farkında olmayan halk, maaşı kesilirse:
●  borç taksitlerini ödeyemeyeceği;
● ailesinin masraflarını karşılayamayacağı gibi korkular içinde tepedekilere kulluk yapmaya devam etmektedir. Bunu tek suçlusu ise statik-sistem yani TBÖ-sistemidir.
İnsanlar, alış-veriş birimi olarak, denetimi tepedeki bir zümrenin elinde olan “parayı” kullanmamalı, “para” baskısı altında yaşamamalı, çünkü, günümüzde olduğu gibi, o zaman para-babalarının kulu-kölesi olmak zorunda kalırlar. Özgür iradelerine göre davranamadıklarından dolayı, göz-göre-göre, çocuklarının geleceklerini karartacak şekilde, “kader” deyip yaşamalarına devam ederler. Bu köleliğin nedeni, insanın doğa sistemi yanlış bellemiş olmasından kaynaklanır. Çünkü doğa sistemde tüm etkileşimler (alış-verişler) kuantum denilen “en temel alış-veriş öğesi olan (h)nın” tam-sayılı katlarından oluşan farklı üst-birimlerle yapılır. Örneğin atomlar elektron-proton, moleküller farklı atomlar, hücreler ATP (adenosin-tri-phosphate) kullanırlar, vs. Yani tüm doğal alış-veriş öğeleri, varlıkların kendi içsel bileşenlerinde oluşturulan ürünlerden oluşurlar. Bu şekilde her varlık, kendi ürününün değerini, başkalarının ürünleriyle kıyaslayıp-değerlendirebilir.
İnsanlar arasındaki alış-verişlerde ise, tepedeki birilerinin denetimiyle üretilen bir değer yargısına bağımlı kalınır. Halbuki kişiler ürettikleri ürünleri (hizmetleri) kendi içsel değer-yargılarına göre takas edecek olsalar, arz-talep çok sağlıklı şekilde dengelenir, kimse kimsenin kulu kölesi olmaz. İnsanlar özgür olurlar.
Siyasetçiler,  din-adamları, bilim-insanları vs. hepsi tepedekilerce verilen “paraya” bağımlı olarak yaşadıklarından hiçbiri özgür değildir, bir şekilde “köleleşmiştir.” Hiç biri özgürce davranamadığından, çocuklarının geleceklerini karartacak şekilde, “kader” deyip yaşamalarına devam ederler.
Bu köleleşme işlemi ise erken yaşlarda insanlara verilen statik sistemli hayat görüşünün sonucudur. Dinamik sistemli bir dünyada yaşamak üzere oluşturulan insanlara, statik sistemli bir hayat bilgisi aşılanması, zorunlu olarak “zombileşme” etkisi yapar ve insanlar kendilerine zarar verecek düşünce ve davranışlarda bulunacak şekilde şartlandırılırlar (SimKLırKölSab etkisi). Çocuklarımızın da bizler gibi “para”nın kölesi olmasını istemiyorsak, onları dinamik sistemli hayat görüşü bilgileri yetiştirerek, özgür, kendi doğal yeteneklerine uygun bir iş-ve-meslek dalında uzmanlaşıp, severek ürettikleri ürünler ve hizmetlerle, karşılıklı bir etkileşim içinde, huzurlu bir hayat sürmelerinin yolunu açabiliriz.
Dinamik doğadaki oluşum mekanizmasını teorik temellerini içeren bilgileri sizlerle paylaşmaya çalıştık. Önceki bölümlerde Temel teorik bilgiler sizlere sunuldu. Bunlardan insan toplumları için çıkartılması gereken sonuçlar, ilgili bölümlerde vurgulandı. Sunulan bilgilerde bir veri veya mantık hatası varsa, belirtilmesi istendi.

Ama hala insanlarımızda hiçbir kıpırdanma belirtisi yok; hala hedefe kilitlenmiş değiliz, hala farklı konularda mesajlar yayınlayıp-paylaşıyoruz. Hala hedef dağınıklığı içindeyiz. Peki biz nasıl ortak bir hedefte buluşacağız da bir toplumsal bütünlük ortaya çıkacak?

DEVAMI

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder