Karar verme zamanı geldi- geçiyor.
Sürekli değişim-dönüşüm içindeki bir
dünyada yaşıyoruz. Peki nerden gelip-nereye gidiyoruz sorusunu ciddi olarak
düşündük mü? Yaşamın bir anlamı yok mu? Hayatımızı, hiçbir doğal sistem
bilgisine sahip olmayan din-adamları, siyasetçiler gibi bilim-yoksunu
insanların yönlendirmelerine göre mi devam ettireceğiz?
Doğa ve dünyamızın nerden gelip,
nereye gittiğini anlayabilmenin en basit yolu, “ZAMAN” kavramının anlamını
anlamaktan geçer. Şimdiye dek bu kavramın yanlış yorumlandığı DOM-bilgilerinin
sistemli olarak sunulduğu http://tanriyianlamak.blogspot.com.tr/ adresli blog-sayfamızda açık ve net
bir şekilde gösterilmiştir. Zaman yanlış yorumlanınca, zamanın bir dilimi olan
“ömür”, dolayısıyla “hayat” da yanlış yorumlanmış ve nerden gelip, nereye
gidildiği anlaşılamamıştır.
Doğal sistemin sürekli
değişim-dönüşüm içinde dinamik bir sistem olduğu ve dinamik sistemler fiziği
ilkelerine göre işlediği ise ancak son 20-25 yıl içinde anlaşılmaya
başlanmıştır.
Doğadaki tüm bu değişim-dönüşümleri
tetikleyip-yönlendiren faktörün ise kuantsal enerji ağı olduğu yine son çeyrek
asır içinde anlaşılmıştır. Yani doğadaki varlıklar arasındaki etkileşimlerde
kullanılan bir alış-veriş birimi vardır o da kuantum denilen en temel
enerji-öğesi ve onun tam-sayılı katlarından oluşan atom-molekül gibi üst-sistem
öğeleridir. Yani her şey, kendisini oluşturan alt-sistemlerdeki enerji-öğesi
ile işlem yapmakta, ona bağımlı olmaktadır.
İnsan toplumlarındaki işlemlerde
kullanılan enerji-öğesi ise paradır, ama paranın denetimi insanların kendi
özgür denetimlerinde değil, tepelerindeki bir zümrenin kontrolündedir. İşte bu
durum doğadaki dinamik sisteme tamamen terstir ve insanlık bu yanlışlığın
cezasını çekmektedir.
Statik Sistem Görüşünün Köleleştirici
Etkisi
Doğada dinamik bir sistemin işlediği, yukarıdaki bölümlerde
bilimsel verilerle gösterildi. Görülüğü üzere doğada olaylar bilinçsiz öğelerin
rast-gele çarpışmalarıyla, veyahut tepeden gönderilen bir sinyalle (emirle)
değil, varlıkların bilinçli ve karşılıklı etkileşimleriyle oluşuyor.
Statik sistemde güç, yani Allah veya
doğal seçici, “en üst-sistemde” tepededir. Dolayısıyla toplum hayatının
enerji-birimi = kanı olan “PARA” da tepedekilerin denetimindedir.
•
Para ile yöneticiler yönlendirilir,
•
Din adamları çıkarları (para) uğruna halkını uyutur,
•
Güvenlik güçleri maaşlarını tepeden aldıklarından, tabandaki halkın
çıkarlarını değil, tepedekilerin menfaatlerini gözetecek şekilde halkı baskı
altında tutar,
•
Paranın halka dağıtımında denge yoktur, çünkü denge ancak karşılıklı
etkileşimin bulunduğu sistemlerde oluşabilir. Dengesizlik hat safhaya ulaşınca,
ayaklanmalar, darbeler, vs. ile tepedekiler değiştirilir, (yani “düzenler” değiştirilirler
ama “düzülenler” hep aynı kalırlar).
•
Bu kısır döngüden kurtulmanın tek yolu vardır: O da “Allah” kavramını
doğadaki dinamik sistemli işleyişe göre yorumlamak ve dincilerin çifte standart
uygulayarak, kah kuantsal sistemli (tabana, karşılıklı etkileşimlere dayalı)
bir güç, tepeden emir verici (harici bir güç) olarak yorumlayarak halkı
uyutmasına engel olmaktır.
•
Bu görev bilim-insanlarının yapması gereken bir görevdir, ama onlar da
statik sistemle zombileşmiş olduklarından ateist-agnostik, vs. gibi, bilgiye
dayalı olamayan görüşlerde ısrarlı olduklarından, yaratılışçılarla olan
tartışmalar “sidik yarışına” döner ve yukarıdaki kısır döngü devam eder.
•
Doğadaki etkileyici-yönlendirici gücü tepeye koyarsanız kul-köle olmaya
mecbursunuz. Allah’ı içlerindeki kuantlarda değil, dışlarında kabul edenler,
köleliğe mahkumdurlar.
•
Bu kısır döngünün kırılması, dinamik sistemli düşünebilen insan
sayısının belli bir “eşik değerine” ulaşmasıyla mümkün olacaktır. Bu kritik
sayıya ulaşılması ise, sizlere kalmıştır.
Bu görüşe katılıyorsanız, paylaşın
ki, çığ gibi çoğalıp, kritik sayıya ulaşılsın ve sağır-sultanlar bile duysun.
Yoksa, daha çooook bir kurtarıcı beklersiniz. Düzenler değişir ama düzülenler
hep aynı kalırlar.
Dünyadaki savaşların çoğu, para getiren
kaynaklara sahip olma dürtüsüsür
Halkın davranışını görüşleri belirler.
Toplumumuzda iki farklı görüş egemendir:
►1: İnsanlara görünmeyen ve elçileriyle
insanlara mesajlar gönderen bir yaratıcıyı öngören görüş,
►2: Doğada
her şeyin, bilgisiz-bilinçsiz parçacıkların rastgele çarpışmalarıyla oluştuğuna
dair görüş.
Her iki
görüş de statik sistemli bir doğa kabullenir; yani oluşum ve gelişimlerde
varlıkların aktif, amaçlı bir rolleri yoktur, her şey tepedeki bir güç sistemi
(Allah veya doğal seçici) tarafından yönlendirilir.. Bu temel yaklaşım uyarınca
toplumlar tepedeki bir lider (kral, sultan, başkan, vs.) ile idare edilirler,
yönlendirilirler. Demokrasilerde bile halk tüm yetkiyi tepedeki başkana
vermiştir. Toplumun refah düzeyi, bireylerinin üretim kapasitesine bağlıdır.
Liderli sistemlerde halk pasifleştirilmiştir, çünkü liderin dediğinin yapılması
gerekir. Düşünme tembelliğine mahkum edilen ve kendine güveni olmayan, halkın
ise üretim potansiyeli, yeni buluşlar yaparak, diğer toplumlara karşı avantajlı
duruma geçmesi olanaksızdır. Çünkü, doğası gereği, tepeye bağımlılık sistemi
bireylerin düşünmesini ve bilgili olmasını engelleyicidir. Böyle bir çıkmazda
olan başkanlar, ya kendi halkını bölerek, ya da komşu toplumlarla düşmanlık
oluşturarak, insanların dikkatlerini dağıtıp, hedeften sapmalarını sağlarlar. Bu
tür yöneticilerin elindeki toplumlarda halk “dış-güçlerin” de etkisiyle
fraksiyonlara bölünürler ve aralarında kavgalar-savaşlar başlar. Halkın sorunlarının
nedenini öğrenmelerine fırsat bile
kalmaz, liderlerin bir gelir, diğeri gider, her biri diğerini suçlar. Bu
tahtıravalli oyunu böylece oynanıp-gider.
Tüm devlet yöneticileri, “ekonomik baskı”
altındadırlar ve “para” en tepedeki “zenginler kulübünün” (bankacı ailelerinin)
denetimindedir.
Jesse M Unruh’un
dediği gibi “Money is the mother’s milk of politics = para, politikanın
ana-sütüdür”. Dünya siyasetinin
yönlendirilmesi tamamen para politikası ile olmaktadır. http://tanriyianlamak.blogspot.com.tr/2016/01/kuantlardan-altna-paralara.html adresinde, paranın ne zaman ve nasıl toplumsal hayatımıza
girdiği ve nasıl bir çekim noktasına (attractor) dönüştürülerek, insanları
köleleştirip, tepedekilere bağımlı hale getirildiğinin kısa bir hikayesi
anlatılmıştır.
Günümüzde petrol ve doğal-gaz en
fazla para getiren doğal kaynaklar olarak karşımıza çıkmaktadır. Bu doğal
kaynakların bulunduğu en önemli bölge ise orta-doğu ülkeleridir. Günümüzde
yapılan tüm savaşlar bu ülkeler üzerindedir ve parayı ve dünya siyasetini
kontrol eden güçlerin bu ülkeleri denetimleri altına almalarına yönelik
politikaların sonucudurlar.
Paranın toplum hayatındaki
köleleştirici etkisi, doğadaki etkileyici-yönlendirici faktörün,
taban-öğelerinde bulunan kuantsal sistem olarak kabul edilmemiş olmasıdır. Tam
tersi bir etkileyici-yönlendirici faktör kabul edilmiştir: varlıkların
dışında-üstünde bulunduğuna inanılan “Allah” veya “doğal-seçici”. Bu şekilde
statik sistemli doğa görüşü ortaya çıkmış ve tepedekilerin denetimindeki para,
insanları kul-köle yapmıştır.
Halbuki doğadaki
etkileyici-yönlendirici-faktör, gerçek doğada olduğu gibi, kuantsal sistemde
kabul edilseydi, “tepe” diye bir şey olmayacaktı, her varlık kendi bileşimine
uygun bir sinyal (iş, ürün, vs) ile doğada (toplumda) yerini alıp, karşılıklı
etkileşimler, anlaşıp- uzlaşmalarla gerçek toplumsal ortaklıklar
oluşturacaklardı.
İnsanlığın tüm sorunları, doğayı
yanlış yorumlayıp, tepeden yönlendirilmeli statik sistemli bir doğada
yaşadığına inandırılmış olmasından kaynaklanmaktadır. Kurtuluşu ise, dinamik
sistemli doğada yaşadığını fark etmesine bağlıdır. Başka bir çözüm yolu yoktur.
Bu görüşe katılıyorsanız, paylaşın
ki, çığ gibi çoğalıp, kritik sayıya ulaşılsın ve sağır-sultanlar bile duysun.
Yoksa, daha çooook bir kurtarıcı beklersiniz.
Sorunlardan kurtulmak, “para” denilen köleleştirme faktörünü ortadan kaldırmakla; “Para”
faktörünü ortadan kaldırmak ise, doğadaki yönlendirici gücün içlerimizdeki
kuantsal-öğelerde olduğunu anlamakla mümkündür.
Bizler statik sistemli
bir hayat görüşüne göre düşünüp-davranırız. Bu görüşte, doğadaki tüm canlılık,
olağan-üstü bir güç tarafından varlıkların içine konulmuş “ruh” denilen ve ne
olduğu bilinmeyen gizemli bir faktörden kaynaklanır, ve varlıkların bu
olağan-üstü güç sisteminin oluşturduğu doğa yasalarına bir robot gibi uyduklarına
inanılır.
Statik sistemli hayat görüşü ile zombileşmiş insanlar:
•
Doğada her şeyin tepeden gelen
yönlendirmelerle gerçekleştiği inancı nedeniyle, çevrelerindeki
değişim-dönüşümleri araştırma, bu konularda bilgi oluşturma gibi bir gayret
içine girmezler, bu nedenle bilgi oluşturma yetenekleri körleşip-kötürümleşir,
•
Hayatın neden doğum-ölüm
döngüsüne dayandığı bilgisi mevcut olmadığından, “öteki-dünya” gibi hayali bir
yerde ebedi bir hayat sürecekleri inancıyla, bu dünya ortamı koşullarının
korunmasına gerekli itina gösterilmez ve dünya cehenneme dönüştürülür,
•
Statik sistemin yönlendirici
faktörü, yani Toplum hayatının kanı-enerjisi paradır. Devletler tepeden
yönetildiği için, tüm güç-kuvvet (dolayısıyla paranın kontrolü) tepedekilerin elindedir. Maaşını
tepedekilerden almaya mahkûm insanların hücreleri ise, maaşı kesilirse,
ev-kirasını ödeyemeyeceği, çocuklarının yiyecek-giyecek ihtiyaçlarını
karşılayamayacağı gibi korkular içerisindedir ve bu nedenle tepedekilerin
kulu-kölesi olacak şekilde davranır. Statik hayat görüşlü tüm toplumlarda,
para-babalarının dediği olur, iktidara gelenleri (seçimleri kazanacak olanları)
onlar belirler. Para ise halkı köleleştiren en etkili faktördür.
•
Doğa dinamik sistemde
işlediğinden, her insanın çevresindeki tüm olayları bizzat kendisinin
değerlendirmesi gerekir. Statik sistem bilgileriyle zombileşmiş insanların ise,
özellikle “para” gibi bir değer yargısı ile tepeye (para babaları, vs.) bağımlı
olduklarından, kendi kaderlerini tayin etme, özgür olma olanakları yoktur.
•
Para diye bir şey olmadığını,
herkesin ürettiği veya verdiği hizmete göre bir kredi kazandığını ve bu krediye
göre alış-veriş yapıldığını düşünün. İşte doğadaki dinamik sistem böyle işler,
yani varlıklar, kuantsal enerji öğelerince yönlendirilen doğal özelliklerine
göre davranırlar, özgürlük denilen şey bu durumdur.
Parayı ve dinsel görüşleri
kimlerin kontrol ettikleri ve statik sistemli hayat görüşünün nasıl binlerce
yıldır ayakta tutulduğu konusunda şu makaleyi okuyun ve bir karar verin: http://tanriyianlamak.blogspot.com.tr/2016/01/kuantlardan-altna-paralara.html
Statik sistemli düşünenlerde bir
mantıksızlık örneği: Çifte Standart
İnsanlarımız,
statik sistemli hayat görüşüyle zombileşmiş durumdalar. Doğa-bilimciler,
yıllardır doğada sanki bilgiye dayalı bir gelişim- bir düzenleyici-yönlendirici
sistem yokmuş gibi davranıyorlar. Yaratılışçılarla yapılan tüm tartışmalarda,
etkili bir görüş ortaya koyamıyorlar. Bu durum, yaratılışçıların çifte standart
uygulayarak, halkı aldatmasına yarıyor.
Şöyle ki:
Kuantum fiziği, atomik dünyada öğelerin salınım-adımlarıyla çevrelerini
ölçüp-biçerek olasılık hesapları yaparak bilinçli davrandıkları, evrensel
ölçekte birbirleriyle etkileşip-haberleştikleri, vs. gibi olağan-üstü
davranışlarını ortaya koyunca, yaratılışçılar hemen bu verilerin üzerine
atlayıp: “Bakınız, doğada akıllı bir tasarım var, Bu Allah’ın varlığının
delilidir” gibi bir yaklaşım içine girdiler. Bu çifte standart uygulaması hala
günümüzde devam etmektedir.
Burada
uygulanan çifte standart ise şudur:
•
Yaratılış
görüşü statik sistemlidir. Statik sistem görüşünde doğa cansızdır, varlıklara
“can = ruh” veren varlıkların dışında-üstünde varsayılan ve “Allah” olarak
adlandırılan, hayali bir varlıktır. Bu olağan üstü varlığın “ol” demesiyle
varlıklar oluşurlar. Yani varlıklar pasif birer robotturlar.
•
Halbuki
kuantum fiziği, varlıkların birer robot gibi değil, tersine, çok bilinçli birer
öğe olarak çevrelerindeki tüm faktörleri algılayıp, kendi salınım-adımlarıyla
kendilerine olan uzaklıklarını ölçüp değerlendirdiklerini ve bir olasılık
hesabı yaparak, nasıl davranacaklarına karar verdiklerini göstermektedir. Yani
onlara emir veren bir üst-sistem varlığı söz konusu değildir.
•
Bu
nedenle yaratılışçılar tam bir çifte-standart uygulayarak, hatta yalan-yanlış
yorumlarla halkı aldatmışlardır. Ama evrimci geçinen bilim adamları da, bilgi
ve bilincin insan gibi varlıklara özgü bir özellik olduğu, tabandaki
atom-molekül -hatta hücrelerde- bile bilinçli bir davranış olduğundan
habersizdirler. Yani onlar da statik sistemli düşünce içinde olduklarından,
yaratılışçıların sahtekarlıklarını ortaya çıkaramamış ve tartışmalarda zayıf
kalmışlardır.
•
Bilim
insanlarının çoğunluğu bu olgunun hala farkında değiller. Bu nedenle bu gerçek
durumu DOM-bilgileri sayesinde açıklamak ve yaratılışçıların elindeki çifte
standartı almak gerekiyor. Yoksa halkımızın kandırılmasına engel
olunamayacaktır.
Bu görüşe
katılıyorsanız, bunu paylaşın ki, çığ gibi çoğalıp, kritik sayıya ulaşılsın ve
sağır-sultanlar bile duysun. Yoksa, daha çooook bir kurtarıcı beklersiniz.
Vekillerimizin
de eğitilmesi gerekmez mi?
Millet-Vekillerimiz neden anlaşıp-uzlaşamıyorlar?
Doğada her şey, küçük öğelerin birleşerek, daha
büyük sistemler oluşturması şeklinde gerçekleşir. Proton + nötron + elektronlar
birleşerek atom dediğimiz kimyasal elementleri oluştururlar. Atomlar birleşerek
molekülleri, moleküller birleşerek hücreleri, hücreler de birleşerek canlı ve
cansız tüm diğer varlıkları oluştururlar.
Bu oluşumlarda ortaklığın kuralları tüm
katılımcıların karşılıklı etkileşimleriyle sağlanır (Dinamik sistemli gelişen
doğadaki Dinamik sistemler fiziği ilkesi).
İnsanlık yaklaşık 40bin yıldır karşılıklı etkileşim
içinde, ama henüz bir toplumsal ortaklık mutabakatı oluşturamadı. Bunun temel
nedeni de, doğadaki oluşumlarda varlıkları bir araya getiren kuvvetin,
varlıkların kendi iç dinamikleriyle değil de, harici bir
yönetici-yönlendiricinin (ilahi veya olağan-üstü bir gücün) etkisiyle
gerçekleştiği şeklindeki hatalı doğa anlayışıdır, ki buna statik sistemli doğa
görüşü denir. (Allah olarak tanımlanan bu harici gücün, toplumsal sistemlerdeki
temsilcileri de kutsal soydan geldiklerine inanılan kral-sultan gibi
yöneticiler olmuşlardır.)
Gelelim günümüz durumuna: Demokrasi denilen, farklı
siyasi görüş sahiplerinin oluşturdukları partilerin yarıştıkları bir seçim
sistemi söz konusu. Particilik anlayışı, krallık-sultanlık gibi, tepedeki bir
güç sisteminin, yumurtlaması olarak şekil değiştirmiştir. Çünkü insanların
kafasında (bilinç-altında) hala statik sistemli bir doğa görüşü egemendir.
Halbuki üzerinde yaşadığımız doğa ve dünya dinamik sistemlidir
ve dinamik sistemler fiziği ilkelerine göre işlemektedir. Neyse, bu konuyu bir
kenara bırakıp, günümüzdeki hükümet oluşturma konusundaki soruna dönelim. (Yani
aslında meclise partili milletvekilleri değil de, toplum hayatını temsil eden
iş-ve-meslek mensubu üyeler seçilmiş olmalılardı ve onların katılımıyla hükümet
oluşturulmalıydı.)
Mecliste 4 partiye mensup millet vekilleri var. Eğer
bu millet vekillerinin bilgileri ve mantıkları sağlam olsaydı, toplumun
kendilerini sorunları çözmek için oraya gönderdiklerinin bilincinde olarak,
sorunları çözecek şekilde birbirleriyle uzlaşırlardı. Amaç toplumun
sorunlarıysa, sorunlar belli, çözümü de, doğa ve dünya hakkında bilgileri
varsa, bellidir.
Ama gel gör ki, bazı parti mensupları, “biz
koalisyona girmeyiz, yani ortaklık yapmayız” gibi temel mantık hatası
yapıyorlar. Ne demek “biz ortaklık yapmayız?” Toplum hayatı bir ortaklık
sistemidir. 70 milyonluk halk, ortak bir yaşam istiyor. Ve seçim sonunda da 4
parti mensubu oraya gitmiş. 2- veya 3 partinin çoğunluğu sağlayarak
oluşturacağı bir hükümet değil, tüm halkın temsilcilerinin oluşturacakları bir
hükümet söz konusu olmalıdır. İşte doğadaki sistemin gereği budur. Tüm ilgiler,
ortak bir paydada birleşeceklerdir.
Görülüyor ki, tüm parti liderlerinin ve diğer
millet-vekillerinin doğadaki dinamik sistemin işleyişi hakkında zerre kadar
bilgileri yok. Bilgi sahibi olunmadan da bir iş yapılması olanaksızlaşıyor.
Malum, dinamik sistemli doğada “Information & Self-organisation” ilkesi
geçerli.
Vekilleri ortaklığa mecbur etmek için yapılması
gereken tek düzenleme ise, partiler yasası veya meclis-iç-tüzüğüne şöyle bir
madde eklenmesidir. Ortak işleme katılmayan vekillerin (partinin) vekillikleri
otomatik olara düşer!
Toplum
hayatımızı düzenlemek ve yönetmek üzere seçtiğimiz milletvekilleri (ve onların
liderleri), dinamik sistemli doğal hayat hakkında bir şey bilmediklerinden,
karşılıklı anlaşıp-uzlaşma çabaları içine girmekten çekinmektedirler. “Biz bir
koalisyon içine girmek istemiyoruz!” diyen bir siyasetçi, hayatın “”h”sını
bilmemektedir.
PARA – PARA - PARA
Yaratılışçıların Allahı,
evrimcilerin “doğal seçicisi” doğadaki
varlıkları yönlendiren güç sistemi olarak kabul edilir. Güç, enerjiyle oluşur.
Peki enerji nerdedir veyahut kimdedir? Statik sistemli doğa görüşünde güç,
dolayısıyla enerji tepededir, sahiptedir.
Tarih
boyunca çoğu kral veya sultan kendi adına para bastırmış ve bu şekilde güç ve
kuvvetin kendinde olduğu sinyalini vermiştir. Son yüzyıl içinde bilim ve
teknolojik gelişimlerin de etkisiyle, devletler arası ilişkiler artmış ve
tel-örgülü sınırlar kalkarak toplumlar arası etkileşimler kolaylaştırılmış,
uluslar arası ticaret artırılmıştır. Bu durum dünya genelinde ortak para-birimi
kullanılmasını zorunlu kılmıştır. Başlangıçta “altın” olan uluslar-arası para
biriminin yerini, zamanla “dolar” “euro” gibi döviz birimleri almıştır.
Bağımlılık tepeye olunca, para denilen ve toplum hayatında hizmet-alışverişini
sağlayan unsur da tepedekilerin elinde olur. Dünya genelinde gerçekleşen
hizmet-
alış-verişlerinde
kullanılan “para” biriminin denetimini elinde tutan, dünyayı
yönetme-yönlendirme fırsatına kavuşur ve uluslar-arası düzeyde güç-savaşları
başlar. Eskiden sadece krallar veya sultanlar tarafından sömürülen halk, bu
defa uluslar-arası-para-babaları tarafından da sömürülmeye başlanır. Çünkü
hizmet alış-verişlerinde kullanılan “parayı” basıp-çoğaltanlar (krallar veya
uluslar-arası-bankacılık-sistemleri vs.)
hiçbir hizmet üretmeden üretilen hizmetlerin takası sırasında anormal
kazançlar sağlamaktadır. Tüm bu işlemlerde ise hep en tabandaki halk
soyulmaktadır, ve bu uyutulmuş zavallılar kesimi hala uyandırılmaya karşı
direnç göstermektedir. Para basma hakkının dahi kendinde olduğunu, her şeye
müdahil olmasının şart-ve-gerekli olduğunun farkında olmayan halk, maaşı
kesilirse:
● borç taksitlerini ödeyemeyeceği;
●
ailesinin masraflarını karşılayamayacağı gibi korkular içinde tepedekilere
kulluk yapmaya devam etmektedir. Bunu tek suçlusu ise statik-sistem yani TBÖ-sistemidir.
İnsanlar, alış-veriş birimi olarak, denetimi tepedeki bir
zümrenin elinde olan “parayı” kullanmamalı, “para” baskısı altında yaşamamalı,
çünkü, günümüzde olduğu gibi, o zaman para-babalarının kulu-kölesi olmak
zorunda kalırlar. Özgür iradelerine göre davranamadıklarından dolayı,
göz-göre-göre, çocuklarının geleceklerini karartacak şekilde, “kader” deyip
yaşamalarına devam ederler. Bu köleliğin nedeni, insanın doğa sistemi yanlış
bellemiş olmasından kaynaklanır. Çünkü doğa sistemde tüm etkileşimler
(alış-verişler) kuantum denilen “en temel alış-veriş öğesi olan (h)nın”
tam-sayılı katlarından oluşan farklı üst-birimlerle yapılır. Örneğin atomlar
elektron-proton, moleküller farklı atomlar, hücreler ATP
(adenosin-tri-phosphate) kullanırlar, vs. Yani tüm doğal alış-veriş öğeleri,
varlıkların kendi içsel bileşenlerinde oluşturulan ürünlerden oluşurlar. Bu
şekilde her varlık, kendi ürününün değerini, başkalarının ürünleriyle
kıyaslayıp-değerlendirebilir.
İnsanlar arasındaki alış-verişlerde
ise, tepedeki birilerinin denetimiyle üretilen bir değer yargısına bağımlı
kalınır. Halbuki kişiler ürettikleri ürünleri (hizmetleri) kendi içsel
değer-yargılarına göre takas edecek olsalar, arz-talep çok sağlıklı şekilde
dengelenir, kimse kimsenin kulu kölesi olmaz. İnsanlar özgür olurlar.
Siyasetçiler, din-adamları, bilim-insanları vs. hepsi
tepedekilerce verilen “paraya” bağımlı olarak yaşadıklarından hiçbiri özgür
değildir, bir şekilde “köleleşmiştir.” Hiç biri özgürce davranamadığından,
çocuklarının geleceklerini karartacak şekilde, “kader” deyip yaşamalarına devam
ederler.
Bu köleleşme işlemi ise erken
yaşlarda insanlara verilen statik sistemli hayat görüşünün sonucudur. Dinamik
sistemli bir dünyada yaşamak üzere oluşturulan insanlara, statik sistemli bir
hayat bilgisi aşılanması, zorunlu olarak “zombileşme” etkisi yapar ve insanlar
kendilerine zarar verecek düşünce ve davranışlarda bulunacak şekilde
şartlandırılırlar (SimKLırKölSab etkisi). Çocuklarımızın da bizler gibi
“para”nın kölesi olmasını istemiyorsak, onları dinamik sistemli hayat görüşü
bilgileri yetiştirerek, özgür, kendi doğal yeteneklerine uygun bir iş-ve-meslek
dalında uzmanlaşıp, severek ürettikleri ürünler ve hizmetlerle, karşılıklı bir
etkileşim içinde, huzurlu bir hayat sürmelerinin yolunu açabiliriz.
Dinamik
doğadaki oluşum mekanizmasını teorik temellerini içeren bilgileri sizlerle
paylaşmaya çalıştık. Önceki bölümlerde Temel teorik bilgiler sizlere sunuldu.
Bunlardan insan toplumları için çıkartılması gereken sonuçlar, ilgili
bölümlerde vurgulandı. Sunulan bilgilerde bir veri veya mantık hatası varsa,
belirtilmesi istendi.
Ama hala insanlarımızda hiçbir
kıpırdanma belirtisi yok; hala hedefe kilitlenmiş değiliz, hala farklı
konularda mesajlar yayınlayıp-paylaşıyoruz. Hala hedef dağınıklığı içindeyiz.
Peki biz nasıl ortak bir hedefte buluşacağız da bir toplumsal bütünlük ortaya
çıkacak?
DEVAMI
DEVAMI
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder