Toplumsallaşma ilkeleri


Toplumsallaşmanın Adımları

1.Adım: Sorunların (hastalığın) nedenini iyi teşhis etmek
Bir insanın hastalığına iyi teşhis konulmazsa, o hastalık tedavi edilemez. Toplumsal sorunlar da, toplumun hastalık belirtileridir. İyi teşhis konulursa, tedavi edilebilirler. Tüm toplumsal sorunlarımızın kaynağının Tepeye Bağımlı Örgütlenme (TBÖ) olduğu “Tepeye Bağlı Örgütlenmenin zararları: 
adresli makalede net bir şekilde gösterilmiştir. Peki insanlık neden tepeye bağımlı şekilde bir örgütlenme içine girmiştir?
İnsanlık asırlardır zihinsel olarak zehirlenmekte = yani zombileşmektedir. 
İşte ıspatı:
“Zihniyet denetimi” anlamına gelen Mind control: https://www.youtube.com/watch?v=Ekwm8_eptlI  başlıklı video, insan beyinlerinin nasıl yıkandığını göstermek için (dinsel bir grup tarafından) düzenlenmiş bir beyin yıkama gösterisidir. Tepedeki zenginler- güçlüler tabakasının insanları programlayıp-yönlendirdikleri ve bu nedenle de insanların kendilerinin bizzat özgür şekilde davranıp, kaderlerini etkileyemedikleri şeklinde bir görüş vurgulanmaktadır. Bu temelde doğru bir yaklaşımdır. Ama tepeye bağımlılığın temel nedeni örtülmektedir. 
Şöyle ki:
Bir insanın davranışını, o insanın zihniyeti, yani hayata bakış açısı belirler. Zihniyetin ise iki farklı bileşeni vardır: Bilinç ve Bilinç-altı
En etkili olanı “BİLİNÇ-ALTI” sistemidir.
 “Bilinç-altı” bilgileri, ana-rahmine yerleştirildiğimiz andan itibaren ve de çocukluğumuzun ilk 6 yılı süresince, çevremizdekilerin davranışlarının, gelenek ve göreneklerin, kopyalanması ile edinilir. Bir fil küçükken ayağından zincirle bir yere bağlanmaya alıştırıldıysa, bu davranış filin bilinç-altına kopyalanır ve fil ondan sonra bu kopyalanmış şartlandırmaya uyarak yaşamaya devam eder. İnsanlar da ilk-6-7 yaşına kadar çevrelerindeki insanların davranışlarını aynen kopyalarlar ve büyüdüklerinde de, fildeki gibi bu şartlanmışlıklara uyarak yaşarlar. Çevresinde 3-4 farklı dil bile konuşulsa, o dilleri aksansız konuşacak şekilde kopyalar.
Çevredeki insanlar da yine daha eski kuşaklardan kopyalanan bilgilere göre programlanmış-şartlanmış olduklarından, bu döngü böylece devam eder. Kişiler kopyalanmış bu davranışların etkisi altında davranmaya mecburdur, onlara göre programlanmış, onlara göre şartlanmışlardır.
Bilinç-altı, otomatiğe alınmış davranışlardan, iç-güdülerden oluşurlar. Her şeyi yeniden, sıfırdan başlayarak öğrenmek, çok zaman ve emek gerektirir, ki buna hiçbir ömür yetmez. Bu nedenle, “information & self-organisation” olarak özetlenen “bilgiye dayalı” oluşum ve gelişim sisteminde, eskiden-önceden edinilmiş bilgilerin kopyalanarak gelecek nesillere aktarılması temel bir prensiptir. Nitekim epigenetik denilen yeni bilim dalı, bu temel prensibin uygulanış şeklidir. (Epigenetik konusu başka bir bölümde işlenecektir)
Daha az etkili olan BİLİNÇ, o andaki arzular, beklentiler ve değerlendirmelere göre oluşturulur; yani o andaki duruma uyan davranış şeklidir. Okul dönemi ve sonrası evrede edinilen bilgilere dayanırlar. Bu iki farklı kaynağın insan hayatına etki oranı ise şöyledir: Bilinç %5 veya daha az, bilinç-altı %95 veya daha fazla! (Lipton 2008).
İnsanlar tek başlarına yaşasalardı, her işi tek başlarına yapmak zorunda olurlardı ve kafalarını kaşıyacak zamanları olmazdı. Ama ortaklıklar oluşturup, iş-bölümü yaparak ve ürünlerini takas ederek, daha rahat bir yaşam düzeyine ulaşmışlardır. Buna rahatlama dürtüsü denir ve karşılıklı anlaşma ve uzlaşmaya dayanılarak oluşturulur. Doğadaki tüm varlıklarda mevcuttur.
Ama insanların veya diğer varlıkların ortaklıklar oluşturma veya birleşmelerinde geçerli olacak kuralların nasıl oluşturulduğu veya nasıl oluşturulacağı konusunda, insanlar arasında tam bir kafa karışıklığı ve anlaşmazlık vardır.
Anlaşmazlığın nedeni, doğada bir iş veya eylem yapıcı güç sisteminin tanımında yatmaktadır.
İnsanlık asırlardır gelenek ve görenekleriyle şu bilgileri aktarmışlar, çocuklarını programlamışlardır:
• Varlıkların kendileri bilgili ve bilinçli değillerdir. Bilgi, güç-enerji, bir Doğa-Üstü-Güç (DÜG) sistemindedir.
• O her şeyi bilir (omniscient);
• O ebedidir;
• Zaman onun ebediliğine endeksli bir sonsuzluktur;
• O değişim-dönüşüme uğramaz. Hep aynı kalır.
• Böyle bir sisteme STATİK SİSTEM denir, çünkü tepedeki o güç sistemi değişip-dönüşmez.
• Kutsal kitaplı STATİK SİSTEME inananları, Cennet-Cehennemli bir son beklerken
• Evrimci STATİK SİSTEME inananları kaotik bir SON beklemektedir. 

Halbuki doğada dinamik sistem geçerlidir. DİNAMİK SİSTEMDE
• Oluşturucu güç, enerji vs. kuantum alemindedir;
• Çevreyle sürekli etkileşim içindedirler;
• Bilgi oluşturularak sürekli yeni üst-sistemler yapılır;
• Oluşan yeni üst-sistemlerin en iyileri seçilip, kötü olanlar terk edilir.
• Tüm varlıkların içlerinde mevcut olduklarından,
• her an her-yerde (omnipresent) özeliklildirler;
• her şeyi yapabilirler (omnipotent) özelliklidirler;
• Doğum-ölüm döngülüdür, yeni bilgi oluşumlarına göre, doğa her gün yeniden oluşturulur ve düzenlenir.
• Bu sisteme inananları, Bilgiye dayalı, sürekli gelişen ve yeniden düzenlenen bir DOĞA beklemektedir. 

Bilinç-altımız, yukarıda özetlenen statik-sistemli hayat görüşüne göre programlanmıştır. Bizlere, doğa ve dünyanın sahipliğinin hariçteki-tepedeki bir sistemde olduğu bilgisi verilir. Doğa tepedekilerce parsellenip sahiplenilir ve sahiplenilen yerlerdeki tüm varlıklar efendinin mülkü olduğu görüşü halka empoze edilir. Halk efendilere ait topraklarda efendinin hizmetkarı-kölesi olarak çalışıp-üretir; ürettiğinin çoğunu kral alır, kalanıyla da halk yetinip-geçinmek zorunda kalır. Tepedekilerin gücü, tabandaki halkın ürünleriyle oluşturulur ve kapitalist sistemin tohumu atılmış olunur. Halkı köleleştirecek olan “para” faktörü tepedekilere terk edilmiş ve halkın kulluk fermanını imzalanmıştır.
Bu insanlığın yaptığı en büyük yanlışlıktır. Çünkü doğada tüm varlıkları etkileyip-yönlendiren “enerji” birimleri, hep varlıkların içsel bileşenlerindedir: bedenlerimizin enerji kaynağı hücrelerimizde, hücrelerinki, moleküllerde, moleküllerinki atomlarda, atomlarınki kuantsal-öğelerde. Bu nedenle doğada her şey tabana dayalı ve bağımlı iken, insanlık tepeye bağımlı olmuştur. Tepeye bağımlılık ise, tüm toplumsal sorunların kaynağıdır.
 Toplumların dinamizmi para ile denetlenir ve paranın kontrolü "tepedekilerin" elindedir. Bu şekilde, parayı kontrolünde bulunduran tepedekilerin oluşturduğu bir “işveren” sınıfı ve boğaz tokluğuna çalışan bir işçi sınıfı doğup-gelişmiş olur. Yine statik sistemli hayat görüşüne uygun olarak, her millete (devlete) kendi dillerinde (bir peygamberle) kutsal mesajlar gönderilir ve halkın bu kutsal bilgilere uyarak yaşamalarının şart olduğu öğretilir. Kutsal özlü veya asil-soylu insan kavramı bu şekilde ortaya çıkar.
Sahiplenme devlet düzeyinde başlar, fabrika, çiftlik, konak, vs gibi yerlerle devam eder, çalışanlar boğaz-tokluğuna çalışmaya mecbur edilir. Tüm emek ve ürünler çalışanlara ait olmasına rağmen, efendiler “senin geçimini ben sağlıyorum” diyerek onları baskı altında tutarlar. Çünkü emek ve ürünlerin takas değeri, para denilen tepedekilerin basıp-çoğalttığı bir değer-yargısına göredir (statik sistemin köleleştirme etkisi).
Varlıkları yönlendiren güç enerjiyle oluşur. Peki enerji nerededir veyahut kimdedir? Statik sistemli doğa görüşünde güç, dolayısıyla enerji tepededir, sahiptedir.  Tarih boyunca çoğu kral veya sultan kendi adına para bastırmış ve bu şekilde güç ve kuvvetin kendinde olduğu sinyalini vermiştir. Bağımlılık tepeye olunca, para denilen ve toplum hayatında hizmet-alışverişini sağlayan unsur da tepedekilerin elinde olur. Dünya genelinde gerçekleşen hizmet-alış-verişlerinde kullanılan “para” biriminin denetimini elinde tutan, dünyayı yönetme-yönlendirme fırsatına kavuşur ve uluslar-arası düzeyde güç-savaşları başlar. Eskiden sadece krallar veya sultanlar tarafından sömürülen halk, bu defa uluslar-arası-para-babaları tarafından da sömürülmeye başlanır. Çünkü hizmet alış-verişlerinde kullanılan “parayı” basıp-çoğaltanlar (krallar veya uluslar-arası-bankacılık-sistemleri vs.) hiçbir hizmet üretmeden üretilen hizmetlerin takası sırasında anormal kazançlar sağlamaktadır. Tüm bu işlemlerde ise hep en tabandaki halk soyulmaktadır. Ve bu uyutulmuş zavallılar kesimi hala uyandırılmaya karşı direnç göstermektedir, çünkü bilinç-altlarında böyle şartlandırma vardır.,
Statik sistemde güç, yani yönlendirici (Allah veya doğal seçici), “en üst-sistemde” tepededir. Dolayısıyla toplum hayatının enerji-birimi = kanı olan “PARA” da tepedekilerin denetimindedir.
•         Para ile yöneticiler yönlendirilir,
•         Din adamları çıkarları (para) uğruna halkını uyutur,
•         Güvenlik güçleri maaşlarını tepeden aldıklarından, tabandaki halkın çıkarlarını değil, tepedekilerin menfaatlerini gözetecek şekilde halkı baskı altında tutar,
•         Paranın halka dağıtımında denge yoktur, çünkü denge ancak karşılıklı etkileşimin bulunduğu sistemlerde oluşabilir. Dengesizlik hat safhaya ulaşınca, ayaklanmalar, darbeler, vs. ile tepedekiler değiştirilir, (yani “düzenler” değiştirilirler ama “düzülenler” hep aynı kalırlar).
•         Bu kısır döngüden kurtulmanın tek yolu vardır: O da “Allah” kavramını doğadaki dinamik sistemli işleyişe göre yorumlamak ve dincilerin çifte standart uygulayarak, kah kuantsal sistemli (tabana, karşılıklı etkileşimlere dayalı) bir güç sistemini, tepeden emir verici (harici bir güç) olarak yorumlayarak halkı uyutmasına engel olmaktır.
•         Bu görev bilim-insanlarının yapması gereken bir görevdir, ama onlar da statik sistemle zombileşmiş olduklarından ateist-agnostik, vs. gibi, bilgiye dayalı olamayan görüşlerde ısrarlı olduklarından, yaratılışçılarla olan tartışmalar “sidik yarışına” döner ve yukarıdaki kısır döngü devam eder.
•         Doğadaki etkileyici-yönlendirici gücü tepeye koyarsanız kul-köle olmaya mecbursunuz.
Halk, maaşı kesilirse:
● borç taksitlerini ödeyemeyeceği;
● ailesinin masraflarını karşılayamayacağı gibi korkular içinde tepedekilere kulluk yapmaya devam etmektedir. 

Devletin yönetimini elinde bulunduranlar, dinsel, siyasi ve ekonomik baskı araçlarıyla, korkuya dayalı eğitimle, tepeye bağımlı olmaya şartlanmış nesiller yetiştirmektedirler. İnsanlığın sorunlarından kurtulmasının tek yolu, doğadaki oluşum ve gelişimlerin statik sistemli (yani tepeye bağımlı) değil, tabana ve tabandaki öğelerin (insanların) karşılıklı anlaşıp-uzlaşmalarına dayalı olduğu gerçeğidir.
Paranın kontrolü tamamen tepedeki zenginler-kulübünün elinde ve denetimindedir. Toplum hayatı, zenginler-kulübü tarafından etkilenip-yönlendirilen “siyasetçilerle” yönlendirilir. Siyasetçilere neleri nasıl yapacakları ise, hep “tepedekiler” tarafından dikte edilmiştir. Bak:  http://tanriyianlamak.blogspot.com.tr/2016/01/kuantlardan-altna-paralara.html
Halk, yönetimi elinde bulunduranlarca yanlış hedef gösterilerek zombileşmiş olduklarından, insanlar toplum oluşturamamaktadırlar. Çünkü yöneticiler, toplum oluşturma erkinin, halkta değil, tepedeki efendilerde olduğu şeklinde bir hedef göstermektedirler. Toplum, biz çalışıp-üretenlerin hizmetleri-ürünleriyle oluşturulup-sürdürülen bir yaşam tarzıdır. Sahipliği bize aittir.
Toplum hayatında insanların hedefi “para” olmaktadır. Çünkü toplum hayatının enerji birimi “para”dır. “Paranın” kontrolü tepedekilerin-zenginlerin elinde olunca, para peşinde koşan insanlara her türlü kötülüğü yaptırmak mümkün olmaktadır. Bu ise insanlığın yaptığı en büyük yanlışlıktır.
Doğa dinamik sistemlidir ve her şey karşılıklı etkileşimle oluşmaktadır, her şey tabana dayalı olmak zorundadır, çünkü enerji denilen faktör, hep tabandadır, tepede bir enerji gücü yoktur. Her varlık çevresiyle bağımlılık içinde olduğu için etkileşim gereklidir. İnsanlar arası etkileşim ise, sundukları hizmete endekslidir. İnsanlar sundukları hizmetin karşılığının belirlenmesinde (yani takas işleminde) bizzat devrede olurlarsa, gerçek bir toplumsal ortaklık oluşur.
Tüm geleneksel sistemlerde her şey, tepedekilerce belirlendiğinden, adil bir hizmet-alış-veriş sistemi sağlanamamaktadır. Halk ise bu gerçeğin farkında olmadığından, kendisine zarar veren bu sisteme bağlılığa inatla sahip çıkmaktadır. Sorunlardan kurtulmak, “para” denilen köleleştirici faktörü ortadan kaldırmakla; “para” faktörünü ortadan kaldırmak ise, doğadaki yönlendirici gücün, içlerimizdeki kuantsal öğelerde olduğunu anlamakla mümkündür. Huzurlu bir toplum, her insanın toplumu karşılıklı bir hizmet alış-verişi ortaklığı olarak görmesiyle mümkün olacaktır. Bu ise tamamen bir eğitim sorunudur. Çözümü ise çok basittir: Statik (Tepeye Bağımlı Örgütlenme = TBÖ) sisteminin zararlarını görüp, bu zararları yok edici dinamik sisteme geçmek!
Eğitilmemiş kişi en azından bilgisiz-cahil olduğunu bilir ve esnek davranır. Olan bitenlerin yararına mı zararına mı olduğuna göre karar verir. Ama yanlış bilgiyle donatılmış ve o bilgilerin doğruluğundan da şüphelenmemesi gerekliliği ile şartlandırılmış insanlar, cahillikten öte, zır-cahilleşirler. Çünkü mantıklı çözümlere de karşı çıkarlar ve zararlarına olan bir durumda ısrar ederler. Zira, insanlığın tüm toplumsal sorularını çözen DOM-sistemi mutlu bir yaşam sistemi sunarken, hala kendilerini köleleştiren bir sistemde ısrar etmek, zır-cahillikten başka bir şeyle açıklanamaz.”
Tepeye bağımlılığın, zenginler kulübünün kuklası olarak yaşamanın temelleri, dinsel öğretilerle atılmıştır ve hala da sürdürülmektedir. Bu videoyu yapanların kötü niyeti burada gizlidir: çünkü video, dinsel görüşü teşvik edici “Deccal’in Temelleri” başlığı ile başlamakta ve “Allah’ın izniyle devam edecektir” cümlesiyle son bulmaktadır.
Yani tepeye bağımlı olmanın (tepedeki bir zenginler kulübünce yönetilmeye mahkum olmanın) ilk adımı, dinsel öğretilerle atılmıştır. Bu video da bu dinsel görüşü destekleyici- pekiştirici bir beyin yıkaması yapmaktadır.
Kul-köle olmadan, sömürülmeden özgürce yaşamak istiyorsanız, uyanmak zorundasınız.
Değerli anneler ve babalar; çocuklarınızı zihinsel olarak zehirlediğinizi ne zaman fark edeceksiniz?
Çocuklarını “Zihinsel zehirlenme” ortamından kurtarmak için ülkemizi terk eden vatandaşların sayısının gittikçe arttığını biliyor musunuz?
1.2.    Önyargılardan, şartlanmalardan kurtulup, hedef belirlemek:
• Cennet-Cehennemli veyahut Kaotik bir SON mu,
• yoksa “Bilgiye” dayalı, her gün yeniden doğup-düzenlenen bir doğa mı?
Öyleyse, önce amacımızı belirlememiz gerek: Statik sistemin gereğine uygun cennet-cehennem’li (veyahut kaotik)  bir son mu; yoksa her gün yeniden doğup-düzenlenen bir doğaya uyumlu bir hayat mı?
2. Adım: Bilgi Oluşturmanın Önemi-1
“Cennet-Cehennemli – veyahut- Kaotik bir SON mu, yoksa “Bilgiye” dayalı, her gün yeniden doğup-düzenlenen bir doğa mı?” hedeflerinden birisinin seçilmesi söz konusuydu. Seçim hangi bilgiye dayanarak yapılmalı?
Bilgi faktörünün, varlıkların kimyasal bileşimlerinde kayıt altına alınıp, bu bileşimlerin de kopyalanarak nesilden nesile aktarılması şeklinde de çoğaltılıp-devam ettirildiği canlılar aleminin DNA-RNA’lı genetik yapısının çözülmesiyle ortaya konmuştur.
Şekilde bir canlıya ait genetik DNA kodlaması görülmektedir. Bu kodlama o canlının bedenini nasıl oluşturacağı, böcek mi, fare mi, kaç kollu, kaç parmaklı, vs gibi tüm bilgileri içermektedir.
Kodlama sayfasında görüldüğü üzere tüm kitapçık,  A=Adenin ile T=Timin; G= Guanin ile C=Cytosin (sitozin) adı verilen 4-harften oluşmaktadır. Bu dört harf aslında iki harf ile de ifade edilebilir, çünkü, sarmal birbirinden ayrıldığında, ya (A), ya (T) (veyahut C veya G) şeklinde ayrımlaşırlar. Yani A mutlaka T ile, G mutlaka C ile eşleşmek zorundadır. Dolayısıyla iplikçikler birbirlerinin negatif-kopyası gibidirler.
Canlılar alemindeki tüm bilgiler nükleotid denilen bu dört harften oluşan SÖZCÜKlerle yazılmaktadır. SÖZCÜKler bu harflerin 3lü kombinasyonlarında oluşurlar ve amino-asit olarak tanımlanmışlardır.
Yani doğadaki tüm canlı varlıklar bu dört harfin farklı kombinasyonlarından oluşmaktadır. Bu üç-harfli sözcüklerden bazıları, örn. ATG (methionin)  BAŞLAT komutu anlamını taşırken; bazıları, örn. TAG, “STOP = DUR” anlamı taşır. Bu şekilde, devam eden tüm harfler 3’er, 3’er yazılarak, yapılacak işlemler tarif edilirler.
SÖZCÜKler (aminoasitler)  ile oluşturulacak ifadeler, farklı protein türlerine denk gelirler. Her protein, farklı bir işlev görür, kimisi örümcek ağı yapacak iplikçikler oluşturur, kimi tırnak gibi sert maddeler, vs.
Şimdi tüm canlılar aleminde kullanılan bu 4-tmel “harfi” tanıyalım. Harflerin nelerden oluştuğuna bakıldığında, bunların karbon (C), hidrojen (H), oksijen (O), azot (N) gibi temel kimyasal elementlerden oluştukları görülmüştür.
Yani tüm canlılar, kimyasal elementlerden oluşmuş bir dil kullanmaktadırlar. Hücrelerimiz birer mükemmel kimyagerdirler; enerji yoğunluğunu ve çevredeki sinyalleri algılayabilen birer mükemmel fizikçidirler; enerji kaynaklarının doğadaki hangi varlıklarla ilişkili olduğunun farkında olan ekoloji, biyoloji, jeoloji gibi doğa-bilimlerine hakim varlıklardırlar.
Hücreler, genetik veya eğitsel olarak bedenlerde oluşturulan protein gibi moleküllere bakarak davranışlarını tayin ettiklerine göre:
    Varlıkları bilinçsiz ve bilgisiz birer robot olarak kabul eden;
    Bu dünya yaşamını fani, başka bir dünyadaki yaşamı ebedi kabul eden;
    Tapu gibi tepeden devredilen toprak, fabrika, vs sahipliği gibi ayrımcılıklarla, doğadaki ekolojik sistemie ters davranışlara sebep olan;
    Dinamik sistemli hayat görüşüne tamamen ters, mantıksız diziler, romanlar, filmler vs yaparak halkın davranışını yanlış yönde etkileyen;
    Kadınlara ikinci sınıf vatandaş muamelesi yapan ;
    Toplum yönetimini tepedeki bir zümrenin yöneticiliğine terk eden;
Vs. türlerde davranışlarda bulunan insanların sinaps-yapılarındaki proteinler hangi çevresel faktörler etkisiyle oluşturulmuşlardır?
Bu tür davranışlarda bulunmayı tetikleyen proteinler, hangi hayat görüşünün ürünüdür?

Hücrelerimiz birer mükemmel doğa-bilimci iken, biz insanların, doğa-bilimlerini temel alan bir eğitimle değil de, başka “sözde bilimlerle” eğitime ağırlık veren nesiller yetiştirmesi, bindiği dalı kesen bir insanın davranışının aynısıdır.
3. Adım: Bilgi Oluşturmanın Önemi-2
Jeolojik ve astrofiziksel verilere göre ortaya çıkan zaman olgusu şu konularda çok önemli sonuçlar ortaya koymaktadır:
•         1- Evrenimizin başlangıçta enerji-kümelerinden oluşan yoğun bir plazma olduğu;
•         2- Her şeyin BİLGİ ile oluşturulduğu;
•         3- BİLGİ düzeyinin ZAMAN içinde geliştiği, doğa ve dünyamızın evrimsel bir gelişme içinde olduğu; kesin bir şekilde görülmektedir.

Günümüz dünyasını oluşturan tüm varlıkların evrenimizin başlangıcında enerjiye dönüşmüş halde bulunduğu anlaşıldığına göre, zamanda geriye yolculuk, doğada bir recycling = geri-dönüşüm olayına denk gelir. Zamanda ilerleme ve günümüze geliş ise, bilgi-artışına dayalı bir değişim-dönüşüm sürecidir. Bu değişim-dönüşümler ise, atom-altı-öğelerin birleşmeleri şeklinde olmuştur. Peki birleştirici kuvvet nasıl ortaya çıkmıştır? İki insanı bir araya getiren kuvvet başka, iki atomu bir araya getiren kuvvet başkadır.
Kuvvet dediğimiz varlıkları hareket ettiren faktör, enerjinin bir yerden bir yere akması sonucu oluşur. Enerji akışı ise, enerji-gradyanı oluşumları sonucu gerçekleşir. Gradyan terimi “azdan-çoğa veya çoktan-aza” şeklinde bir dereceli dağılım olgusu için kullanılır. Rüzgar kuvvetinin, sıcaklığın ve basıncın çok olduğu yerdeki moleküllerin, basınç ve sıcaklığın az olduğu yere yönlendirilmesi şeklinde oluşması gibi.
Enerji-gradyanı, doğadaki varlıklarda gözlenen anizotropi terimiyle tanımlanan bir özelliği yansıtır.
“İzotrop olmayan” anlamına gelen anizotropi terimini anlamak için şunu düşünün: Doğada her yer düz değildir, bazı yerler sarp, bazı yerler az eğimli, bazı yerler düzdür. Böyle bir arazideki bir noktadan her dört yöne doğru birer ekibin yola çıktığını düşünün. Aynı hızda olan bu ekiplerin 5 saat sonra ulaştıkları mesafeleri bir harita üzerine işaretleyecek olursak, bazı yöndeki ekiplerin çok uzun, bazılarının çok kısa, bazılarının orta değerde bir mesafe kat edebildikleri ortaya çıkar. Yani varlıkların hareketleri çevre koşullarına göre değişir.
Doğadaki tüm varlıklarda böyle anizotropik özellikler vardır ve içlerinden geçen enerjiyi, radyasyonları, vs., değişik yönlerde değişik hızlarda ileterek, kutuplaşma oluşumlarına yol açarlar.
Enerji gradyanı sistemi, atom-altı-öğeler dünyasının temelinde vardır ve tüm kuvvetler bu enerji-gradyanlarına göre oluşmaktadır. Örn. proton ve nötronu oluşturan quarklar, (up ve down quarks) mavi-kırmızı-yeşil terimleriyle simgelenen enerji-gradyanları sayesinde bir-birlerine çekilmekte ve güçlü-kuvvet denilen doğadaki en etkili etkileşim sistemini oluşturmaktadır. Elektro-manyetik etkileşim veya kuvvet, elektron-pozitron enerji-gradyanı sistemiyle oluşmaktadır.
Atom-altı-öğelerin birleşmeleriyle oluşan atomlar aleminde de enerji-gradyanları vardır. Kimyasal elementlerin periyodik tablodaki yerleri, çok belirgin anizotropik özellikler gösterirler, yukarıdan aşağı inildikçe sütünlarda, elekro-pozitiflik artar, elektro-negatiflik azalır. Soldan sağa sıralarda ilerledikçe, elektro-negatiflik artar.
Moleküllerde de anizotropik özellikler vardır: Hücrelerimizin temel yapı-taşları olan amino-asitler bir çok farklı anizotropi gösterirler: hidrofob (suya düşman) ve hidrofil (suya dost), proton-verici, proton-alıcı, vs. gibi çok çeşitli kutuplaşama gösterirler. Amino-asit kümeleşmelerinden oluşan proteinler, peptidler, vs. yine çok farklı anizotropik özelliklere sahiptirler.
Her türlü işlem veya oluşum mutlaka enerji gerektirir. Tüm enerjilerin kökenini ise kuantlar, örn. fotonlar oluşturur. Fotonların maddelere bağlanmasının en güzel örneği fotosentez olayında görülür. Fotosentez olayında, bitkilerin yapraklarında bulunan kloroplastlar, bir fabrika gibi işlem yapar ve eşitliğin sol tarafından aldıklarını, sağ tarafındaki ürünlere dönüştürür. 
Bu eşitliğin sol tarafındaki madde miktarı ile sağ tarafındaki madde miktarı aynıdır. Ama enerji içerikleri farklıdır. C6H12O6  olarak gösterilen glikoz molekülü güneşten gelen fotonları depolamıştır. Bu molekülü oluşturan H, O ve C atomlarının bağlantı sistemleri H2O ve CO2. moleküllerini oluşturan H, O ve C atomlarındakinden farklıdırlar. Görüldüğü üzere, enerji, maddeye bağlanmış durumdadır. Güneş enerjisini maddeye dönüştüren bu bitkiler değişik bir enerji türü kaynağı oluştururlar. Bu glikozu yiyen hayvanlar, temel enerji birimi olan kuantları (dolayısıyla fotonları) protein gibi başka bir madde içinde bir araya getirirler. Bu şekilde kuantsal enerji et denilen bir başka madde içinde depolanmış olur.
Bu enerji aktarımı bu şekilde devam eder ve her yeni oluşturulan madde, enerjiyi başka bir “madde bileşimi” şeklinde depolamış olur. Her farklı maddenin farklı rengi, farklı kokusu, farklı tadı vardır. Bu farklılıklar farklı çekim güçleri oluştururlar. Ve tüm bu farklı çekim güçleri temelde belli sayıda (h) kümeleşmelerinden oluşurlar. Farklı kuvvet türleri bu şekilde enerjiden oluşurlar.
Her canlı, hayatının devamı için enerjiye muhtaç olduğundan ve ana enerji kaynağını da bağımlı olduğu belli canlı türleri (veya foton türleri) oluşturduğundan, neyin neye bağımlı olarak oluşup geliştiğinin kayıtlarını sürekli olarak tutmak zorundadır. Bu şekilde information & self-organisaton olarak özetlenen dinamik sistemli doğa ortaya çıkmış olur. Buradaki “bilgi = information” kavramı, enerjinin nerden nereye akacağını gösterir ve varlıkların fiziksel-kimyasal yapılarında kayıtlıdır. Yani doğada her yeni bir varlık oluşturulduğunda, daha önce var olan her varlık, o yeni varlığın yaydığı sinyali algılayarak, o varlıkla etkileşim içine girer.
Doğadaki kuvvet oluşumları, yani enerjinin nerden nereye akacağını gösteren faktör, anizotropi dediğimiz yapısal-dokusal özelliklerle sağlanır ki, buna başka bir ifadeyle bilgi oluşturma denir. Yani bilgi, maddelerin yapısal-dokusal durumlarında değişiklikler yapılarak, enerji akış güzergâhlarını belirleme işlemidir. 
Kimyasal bileşimin ve yapısal dokunun değiştirilmesi, varlığın çevresindeki değişim-dönüşümleri algılayıp, ona uygun olacak şekilde kendi yapısında (bileşiminde) değişiklikler yapması şeklinde olur ki, bu da “information & re-organisation = bilgilen ve yeniden-örgütlen) olarak özetlenen dinamik sistem oluşumu sonucudur. Yani “bilgi”, kimyasal yapıya ve fiziksel dokuya yansıtılır. Varlıkların yapısına yansıtılan bilgi, kutuplaşma veya anizotropik (sıcak-soğuk, artı-eksi, erkek-dişi, vs gibi) özellikler oluşturarak, enerji akışını yönlendirir.  Yapının değişmesiyle varlığın görüntüsü değişir, görüntünün değişmesi zaman olarak ortaya çıkar. Dolayısıyla, bilgi + kimyasal-bileşim + fiziksel-doku + enerji + zaman faktörleri birbirleriyle iç-içe kavramlardır.
Doğada her şey sürekli değiştiği için, insanı oluşturan hücreler de insan beynini, “çevrende neler olup-bitiyor, bunları araştır da, ona göre işlem yapılsın” mantığıyla, muazzam senaryolar üretecek şekilde oluşturmuşlardır. Çevre koşullarına uyabilmek için canlılar farklı taktikler geliştirmişlerdir. İnsan hariç diğer tüm canlılar daha iyi koku-alma, daha iyi-görme, daha hızlı koşabilme gibi yeteneklerini geliştirmeye ağırlık vermişler ve bu yönleriyle doğaya uyumlu olmaya çalışmışlardır. İnsanı oluşturan hücreler ise, tüm bu alanlardaki yeteneklerinden feragat ederek, doğada neler nasıl oluyor, bunları nasıl takip edip, onlardan yararlanabilirim gibi “yorumlama” yeteneğine yatırım yapmışlardır. Bedeni oluşturan hücreler, değişim-dönüşüm içindeki bir doğada yaşandığının öylesine bilincindedirler ki, zaman içinde çevrelerinde birçok şeyin değişebileceğinin farkında olduklarından, beyin-denilen yönlendirici sistemin hücrelerini sabit-değişmez olarak değil, sürekli değişip, çevre faktörlerine uyum sağlayacak bir yetenekle donatmışlardır. Bu yeteneğe  “Neuroplasticity” denir.
İnsan hücrelerinin bilgi oluşturmaya verdiği bu önem nedeniyle, insanlar hayvanlar kadar koşamaz, onlar kadar iyi koku alamaz, onlar kadar iyi göremez vs., ama onlardan çok fazla hayal kurar ve bir-iki veriden giderek binlerce senaryo üretebilirler. Ve üretmektedirler de.
Arılar, karıncalar, mercanlar, bryozoa gibi “böcek, hayvan” dediğimiz birçok canlı, mükemmel koloniler (toplumsal ortaklıklar) oluşturmuşlarken, kendisini en akıllı-ve bilgili yaratık olarak gören “insan” dediğimiz yaratık neden iyi bir toplumsal sistem oluşturamıyor?
Bilgi sahibi olunmadan, fikir sahibi olunmayacağını kabul ediyorsanız önce hayat nedir? Doğada bir şey nasıl oluşturulmaktadır? Arılar-karıncalar güzel toplumsallaşma ortaya koymuşken, neden insan dediğimiz kendini en akıllı sanan yaratık bu konuda başarısızdır? sorusunun yanıtını arayarak başlamalısınız. 
Hücrelerimizin bizleri donattığı bu hayal kurma – yorumlama - bilgi-oluşturma yeteneğinin temel amacı, toplumsal ve ekolojik sorunlarımızın çözümüne yönelik olmak zorundadır. Toplumsal ve ekolojik sorunların nedenini ve çözümünü içermeyen görüşlerin hiçbir değeri yoktur, onlar kişisel hayallerden öteye bir değer taşımazlar. Günümüzde bilim-insanlarının ürettikleri düşünce ve fikirlerin çoğu “toplum ve ekolojik sorunlarının çözümüne yönelik değil,  Statik sistemli (tepeye bağımlı) hayat görüşüne uygun düşünceler” oluşturmaktan ileriye gitmemektedirler, hatta tüm toplumsal ve ekolojik sorunların kaynağını oluşturmaktadırlar; çünkü dinamik sistemli bir doğada yaşadıklarından ve dinamik sistemlerin nasıl oluşup-geliştiğinden hala habersizdirler.
Hayali senaryolar üretmek başka şeydir, doğada sürekli değişen çevre koşullarını algılamak ve o değişimlere göre kendine bir yön vermek başka şeydir. Doğal sistemde önemli olan, çevredeki değişim-dönüşümleri algılamaktır, çünkü insanların ihtiyacı olan şey, çevresindeki enerji ve kuvvet dağılımlarının (yani varlıklardaki değişim-dönüşümlerin) nasıl olduğunu saptaması ve ona göre geleceğini planlamasıdır. Bizler gelmekte olan bir felaketi (bir depremi, ani bir fırtınayı, vs) algılayıp canımızı kurtaramazken, diğer canlılar bu konuda başarılı olabilmektedirler. Peki kim daha bilgili ve bilinçli? İşe yaramayan binlerce senaryo üreten bir beyin mi, yoksa az hayal ama çok gerçekçi hesaplama yapabilen diğer canlılar mı?
Hayat = Ömür; ve ömür ise ZAMANın bir dilimidir. Zaman kavramının anlamını çözen, hayatı da anlamış olur. Hayatın anlamını, neden doğum-ölüm döngülü olduğunu bilmiyorsanız, ürettiğiniz fikirlerin hiçbir değeri yoktur, çünkü ne için yaşadığınızın bilincinde değilsinizdir.
Doğa ve dünyamız dinamik sistemlidir, ve dinamik sistemde etkileyici-yönlendirici güç varlıkların içsel bileşenlerindedir. En temeldeki içsel bileşen ise atom-altı öğelerden oluşan kuantsal sistemdir. Kuantsal enerji her zaman en ekonomik, en-iyi yapılaşmalara göçtüklerinden, varlıklar sürekli yeni bilgiler oluşturarak (yani yapısal durumlarını değiştirerek)  enerjinin kendilerine akmasını sağlayacak şekilde davranırlar, bu nedenle de tavuk-yumurta döngüsü şeklinde, sürekli parçalarına ayrışıp, yeniden doğarlar.
Bilgi ve mantık varlıkların sorunlarına çözüm bulma yeteneği olarak tanımlanabilinir. Kafanıza yerleştirdiğiniz bilgiler ve mantığınız sağlamsa, doğadaki oluşum ve gelişimleri “doğru” değerlendirirsiniz ve uygun çözümler bulup, sorunlarınızı çözersiniz.  Ama kafanıza yerleştirilmiş bilgiler yanlışsa, mantığınız o yanlış bilgilerden etkileneceğinden, hep yanlış kararlar alırsınız ve sorunlarınızı çözemezsiniz.
DOM-sistemi bilgileri dinamik sistemli olduğundan, tüm sorunlarımızın statik sistemli düşünce ve davranışlardan (yani tepeye bağımlılıktan) kaynaklandığını açıkça ıspat ediyor ve dinamik (yani tabana dayalı) sistemli görüşle tüm sorunların ortadan kaldırılacağını net delillerle ortaya koyuyor.
Statik sistemli görüş sahiplerinin toplumsal sorunlarımın nedenini ve çözümünü içeren bir görüşleri varsa, buyursunlar, DOM dosyasında gösterildiği gibi, 5-6 sayfalık bir yazıyla ortaya koysunlar. Böyle bir çözüm formülü içermeyen görüşler, hayali senaryolar olmaktan öteye bir anlam taşımazlar.
4. Adım: Oluşturulan bilgiler uyumlu olurlarsa üst-üste çakışır, güçlü bir bağ oluşur.
Toplumsal sorunlarımız hepimizin ortak sorunudur. Ve bu sorunlardan kurtulmak “ortak bir toplumsal görüş= informator” oluşturmakla olasıdır. Kimimiz dinsel, kimimiz ırkçı, kimimiz Marksist, kimimiz Atatürkçü, kimimiz maoist, vs gibi parçalara bölünüp, ayrı tellerden çalarsak, asla bir toplumsal mutabakat sağlayamayız. Çünkü bilgiler üst-üste çakışmaz, rezonans oluşmaz.
Sorunlarımızı çözmek için bir araya gelmemiz gerekirken, geyik sohbetleri yapmak için bir araya geliyoruz. Hayatımız futbol izlemek, evlilik programları, pembe diziler izlemekle geçiyor. Bizler burada çok genel, çok yeni bir bakış açısıyla hayata ve toplumsal sorunlarımıza bakmak zorundayız, yoksa karşılıklı kısır çekişmeler içinde boğulup-gideriz.
Benim bir grup içinde insanlarla bir araya gelip, fikir alış-verişlerinde bulunmaya çalışmamın tek bir amacı vardır: toplumsal sorunlarımıza bir çözüm bulmak.
Fizikçiler biyologlar başta olmak üzere, insanların zaman kavramını hiç anlayamadıklarını fark edersiniz. Ömür veya hayat, zamanın bir dilimidir. “Zamanın” anlamını bilmiyorsanız, hayatın anlamını da bilemezsiniz. İnsanlarının anlayamadıkları nokta budur. Evet, atalarımızın “ruh” dediği canlılık, “enerji-madde-bilgi-düzeyi” arası etkileşimlere göre sürekli gelişip-değişen bir değişim-dönüşüm mekanizmasıdır. Hiçbir varlığın sonsuz bir ömrü yoktur, bu nedenle hayat “doğum-ölüm-döngüsü” üzerine oturtulmuştur. Zaman ise bu ömür-döngülerinin ardalanmasıdır ve bilgi-düzeyindeki değişimlere göre gerçekleşmektedir.
Bizler sürekli değişim-dönüşüm içindeki dinamik bir doğada yaşıyoruz ve dinamik sistemlerde her şey, varlıkların karşılıklı etkileşimleriyle ve rezonans  oluşturmalarıyla gerçekleşiyor. Toplumsal sistemimiz A'dan Z'ye bozuk, çünkü tüm geleneksel sistemlerde Doğa statik sistemli olarak düşünülmüş. Statik sistem hep tepedeki birilerince yönetilmeyi öngörür. Onun için hep bir kurtarıcı beklenir. Halbuki doğal sistemde kurtarıcılar yoktur, varlıklar kendi aralarında anlaşıp-uzlaşmalarına dayanarak, sorunlarını birleşerek çözerler. Tepeye oturarak, halkın sırtından geçinen “kutsallık postuna” bürünmüş kişilerin tüm toplumsal sorunların kaynağı olduğu, belirtilen makalede zaten net bir şekilde gösterilmişti. O verileri görmezden gelerek hala lider peşinden koşanların tekrar mantıklarını sorgulamaları gerekir.
Bilgi ve mantık sorunlara çözüm bulma yeteneğidir. Kafanıza yerleştirdiğiniz bilgiler doğru ve mantığınız sağlamsa, doğadaki oluşum ve gelişimleri “doğru” değerlendirirsiniz ve uygun çözümler bulup, sorunlarınızı çözersiniz. Ama kafanıza yerleştirilmiş bilgiler yanlışsa, mantığınız o yanlış bilgilerden etkileneceğinden, hep yanlış kararlar alırsınız ve sorunlarınızı çözemezsiniz.
Anlaşıp-uzlaşmak zorundayız, çünkü toplum bir ortak yaşam sistemidir. Ortaklığın kurallarını da ortakların koyması gerekir. Ama şimdiye dek kurallar hep tepedeki birlerince oluşturulmuştur. İlk anlaşma sağlanması gereken nokta budur: toplumunuzun kuralarının tepedeki birilerince saptanmasından yana mısınız, yoksa kendinizin diğer insanlarla karşılıklı anlaşıp-uzlaşmanızla mı?
Bizler toplumsal sorunlarımızı kendimiz çözmek zorundayız, kimse uzaydan gelerek bu işimizi yapacak değil. Tepeden bir kurtarıcı-lider beklemek ise en büyük hata, çünkü doğadaki hiçbir olay, tepeden gelecek bir” yapılsın” emriyle olmamaktadır. Doğadaki her şey, alt-sistem – üst-sistem ilişkili olarak oluşup-gelişmektedir. Yani atomlar molekülü oluştururlar, moleküller atomları oluşturmaz. İnsanla toplum arasındaki ilişkide de aynı kural geçerlidir. Toplumsal sistemin kurallarını biz insanlar oluşturmak zorundayız. 
Doğa sürekli değişim-dönüşüm içinde olduğundan, 2018 yılının insanları olarak bizler, bu günün koşullarına göre düşünüp-davranmak zorundayız. 200 yıl öncelerinin at-arabalarını, kağnılarını oluşturan moleküller, artık uçak, bilgisayar gibi çok farklı varlıklar olarak bizlerle etkileşim içindeler ve ether dediğimiz etkileşim-sinyalleri artık tamamen farklı. 2-3 bin yıl (hatta 70-80 yıl) önceki dünya koşullarına göre fikirler üretmiş atalarımızın düşüncelerini örnek alacak şekilde davranmak, günümüz koşullarına uygun bir davranış için uygun değildir. Onun için Siyonist, İslamcı, maksist, …cü, …cı, vs. türde, geçmişte yaşamış insanların görüşlerine bağlı kalınarak toplumsal mutabakat sağlanamaz. 
Her birey, bugünün koşullarına göre kendisi bilgi edinip, toplumunu sahiplenmek zorundadır. Ama ülkemizde 50-60 yıldır, felsefe-mantık gibi özgürce bilgi edinilecek yollar kapatılmış olduğundan, bizim şu anki toplumsal davranışımız, özgürce, kişiye has bilgi oluşturulabilmesini olanaksızlaştırmıştır. Bu nedenle, az sayıda sağlam mantıklı insanımızın örnek davranış göstererek, böyle bir girişimin öncülüğünü yapması gerekmektedir.
Toplumumuzda statik sistemli hayat görüşüne dayalı bir eğitim verilmektedir. Bu sistemde, doğadaki etkileyici-yönlendirici gücün tepedeki kutsal bir kaynağa dayalı olduğu belirtilir. Dolayısıyla, insanlar pasif kalıp, tepeden gelen bu yönlendirmelere uyması öğretilir. Yıllardır “Toplum nasıl oluşturulur?” konusunda yazılar yazıyor ve katılımcılarla sorunlarımızın çözümü yolunda bir adım atılmasını umuyorum. Yüzlerce katılımcının bulunduğu gruplarda sunulan öneriyi beğenen sadece %10luk bir kesim oluyor.  
Yani toplumsal sorunlarımızın çözümü için bir araya gelen 100 kişiden 10’u uzlaşabiliriz mesajı veriyor, %90’ı tepkisiz, pasif kalıyor. Katılımcıların %90nın pasif kalıp, sadece %10nun öneriye destek vermesi, bizim toplumumuzdaki gelenek-görenek, eğitim-öğretim, vs.nin tamamen negatif yönde olduğu gerçeği ile karşılaşırız. Negatif yöndeki bu gidişatın pozitif yöne döndürülmesi ise, üzerinde yaşadığımız doğa ve dünyanın “dinamik sistemli” olduğu ve dinamik sistemde de tüm varlıkların bizzat aktif olmaları zorunluluğu gerçeğini fark etmek ve uygulamaya koymaktan geçer.
Başka bir çözüm önerisi (görüşü) olanların görüşlerini ortaya koymalarını ve karşılıklı olarak konuşup bir çıkar yol bulmamız gereğini tekrar vurgularken, tüm arkadaşların, çocuklarımızın geleceği adına pasif kalmaktan vazgeçip, toplumumuzun oluşturulması ve sahiplenilmesine katılmalarını beklerim. (Daha ne kadar beklenilecekse!)
İnsanlar birbirlerinin hizmetlerine muhtaç oldukları için bir araya gelip, toplum oluştururlar. Dolayısıyla, toplum insanlar arası bir etkileşim sistemidir. Toplumdaki etkileşimler, insanların ürün veya hizmetlerinin karşılıklı takasına dayanır. Bu takas işlemleri, hizmet üreticilerinin karşılıklı ilişkileriyle oluşturulması gerekir. Halbuki günümüzde tüm toplumsal işler, yasalar-yönetmelikler devleti (yönetimi) ele geçiren tepedeki dar bir zümreye (hatta tek otoriteye) terk edilmiştir.
•         Halkın duyarsız kalmasının temel nedeni, “doğadaki oluşturma işleminin” varlıkların en temel bileşenleri olan atom-altı öğelerce başlatılıp, sürdürüldüğü gerçeğini anlayamamalarından kaynaklanır. "Bilim adamı ve aydın kişiler" denilen kesim de, bu konuda statik-sistemli görüşe göre davranıp, toplumların liderlerce yönetilmesi yönünde davranınca, olan halka olur.
•         Amaç ve hedef belirgin olmadıkça, kuvvetlerin odaklanması kaybolur, enerji boşa harcanır. Onun için temel amaç ve hedef çok belirgin olmalıdır. Hedefimizin ne olması gerektiği konusunda üzerinde anlaşıp-uzlaşmamız gereken temel nokta şudur:
1-  Doğada bir denge ve düzen vardır. Atalarımız bu denge ve düzen oluşturucu gücü “Tanrı veya Allah” olarak tanımlamıştır.
2a- Doğadaki denge ve düzen oluşturucu güç sistemi, varlıkların bedenleri dışında değil, varlıkların bedenleri içindedir;
2b- Ebediyet (ebedi hayat, vs) diye bir şeyin olmadığı, her şeyin sürekli bir değişim-dönüşüm içinde olması gerektiği son asır içindeki doğa bilimsel araştırmalarla ortaya konmuştur.
•      İki insan toplumsal sorunların çözümü konusunda birbirleriyle anlaşamıyorlarsa, bilgi ve mantıklarında bir uyumsuzluk olması söz konusudur. Bilgi ve mantık, insanın sorunlarını çözme yeteneğidir. Yanlış bir bilgi ile yüklenen bir beyin, o yanlış bilgi nedeniyle hatalı mantık yürütür ve sorunlarını çözemez olur. Buna zombileşme de denir.
•      Dinamik Oluşum Mekanizması (DOM) sistemi  5 sayfalık bir metinde toplumsal sorunlarımızın nedenini ve çözümünü ortaya koyan bir formül ortaya koymakta ve sorunlarımızın nedeninin tepeye-bağımlılık, ve tepeye bağlı örgütlenme (TBÖ) olduğunu kesin bir şekilde göstermektedir.
•      Başka görüş sahiplerinin de bilgileri ve mantıkları sağlamsa, DOM-sisteminin yaptığı gibi 5-6 sayfalık bir metinle, toplumsal sorunlarımızın nedenini ve çözümünü içeren bir formül ortaya koysunlar, ki insanlar ikisi arasında bir seçim yapabilsinler.
5. Adım: Uzlaşma ilkeleri
DOM-sistemi insanlığın tüm sorunlarını çözebilecek bir formül ortaya koymuştur. Bu sistemde bir veri veya mantık hatası buluyorsanız, onu delilleriyle ortaya kayarsınız ve tartışır-uzlaşırız. Yok, bulamıyorsanız, o zaman o sistem bilgilerini kabul edip-uygulamaya geçersiniz. Yoksa daha yüzlerce yıl boşuna tartışır ve savaşırız. Bu arada hayatımız biter ve sorunlar gelecek nesile devredilir. Onlar aynı şekilde devam ederler ve bu kısır döngü devam eder gider.
Yaklaşık 30 yıldır toplumsal sorunlar nasıl çözülür konusunda fikir üretmeye çalışmaktayım. Yazdıklarım hakkında görüş bildirmek ve konuyu tartışmak isteyenlere baştan söyleyeceğim şudur: Yazdıklarımda hiç hata yoktur iddiasında değilim. Ama genel hattı ile DOM-görüşünün doğru olduğuna inanıyorum, çünkü doğa dinamik sistemlidir, yani sürekli bir değişim-dönüşüm söz konusudur. Ve DOM görüşü bu değişim-dönüşümlü sisteme dayalı bir hayat görüşüdür. Geleneksel hayat görüşleri ise statik sistemlidir, bu nedenle toplumsal sorunlarımızın oluşmasına neden olmaktadır.
Yazdıklarımı tenkit edecek arkadaşların, bu temel farkı dikkate alarak konuya yaklaşmaları gerekir, bu şekilde gereksiz tartışmalar ve zaman kaybı önlenebilinir. Tartışmaların kısır çekişmelere saplanıp-tıkanmaması hepimizin yararınadır. Bu nedenle şu tartışma ilkelerinin dikkate alınmasını istiyorum. Bu ilkelerde değiştirmek-düzeltmek istediğiniz maddeleri bildirirseniz, gerekli düzeltmeleri yapıp, sorunlarımızın çözümü konusunda çalışmalara devam edebiliriz.
Tartışma-Uzlaşma-İlkeleri
Organizasyonu tepeye bağımlı olacak şekilde örgütlenmiş tüm toplumlarda insanlar toplumsal sistemin kurallarının tepedeki bir zümre tarafından belirlenmesine alışmışlardır. Bu nedenle bu tür toplumlarda insanlar arasında anlaşıp-uzlaşmaya götürücü tartışma adabı gelişmemiştir. Tersine, insanlar, ya kendi oluşturdukları veyahut da kendilerine empoze edilen bir görüşü savunma amacıyla tartışmalara girerler. Amaç baştan böyle olunca da, tartışmalar genellikle anlaşmayla değil, kavgayla-savaşla sonuçlanır, çünkü ana hedef ortak bir uzlaşma sağlanması değil, kendi görüşünüzü, karşı tarafa empoze etme yarışıdır. Bizlerin karşı-karşıya olduğumuz en temel sorun bu noktada düğümlenir.
Bu kör-düğümü çözmek için bazı uzlaşma ilkeleri oluşturmak ve bunlarda bir görüş birliğine varmak gerekir.
•       1- Ayrıntılarla değil, konunun ana hattı üzerinde tartışmaya başlayacaksın. Ayrıntılara sonradan girilip, gerekli düzeltmeler yapılabilinir. Karşılıklı olarak anlaşıp-uzlaşma, karşımızdakinin fikirlerini en ayrıntısına kadar incelemek ve sunulan görüşün kabul edilebilir kısımlarını ortaya koyup, kabul edilemeyenleri belirtip, üzerinde değişiklik yapılması gereken konuları ayırmakla başlamalıdır.
•        2- Tartışmalarda karşındakini aşağılayıcı- rencide edici tutum ve davranışlardan kaçınacaksın. Bir fikri tümüyle reddetmek, o konuda kişisel olarak daha iyi bir öneri sahibi olunmasını gerektirir. Kişisel olarak bir çözüm formülü olmayan birinin, bir öneriye tümüyle karşı çıkması, tamamen mantık dışı bir davranıştır.
•       3- Bir önerinin herhangi bir yönünü tenkit etmeye kalkmadan önce, öneri sahibine “sizin yazdıklarınızdan şunu mu anlamam gerekir?” gibi, önerinin konuya dair ana fikrini doğru anlayıp-anlamadığınızı kontrol etmeniz gerekir. Bu daha sonraki birçok yanlış anlamayı ve kısır tartışmaları minimuma indirgemek için gereklidir.  Tartışılan konulardaki temel kavramların tanımında karşılıklı olarak anlaşacaksın: Bir insan bir şey anlatırken "muz" tarif etmek istiyorken, karşısındaki "salatalık" anlıyorsa, kullanılan bazı terimlerin anlamlarında karşılıklı bir uyuşmazlık olması söz konusudur. Onun için, hangi terimin tanımında uzlaşma sağlanması gerektiğini saptayıp, o terimin tanımında anlaşmalısınız.
•       4- Bir görüşe karşı çıkıldığında, sunulan fikrin beğenilmeyen yönünü belirttikten sonra mutlaka bir düzeltme önerisi sunulması gerekir, çünkü “ben şu noktaya karşıyım” demek ve bir alternatif öneri sunmamak, o konu hakkında yeterli bilgi ve birikime sahip olmamak anlamına gelir.
Doğada bilgi ve bilinç oluşumuna dayalı bir evrim-gelişme olduğuna göre, bu yönlenmeyi oluşturan güç de atalarımız tarafından “tanrı” olarak tanımlandığına göre, neden böyle bir tanımda uzlaşarak, gerçek-din ve bilimi bir arada değerlendirmiyoruz? Amacımız üzüm-yemek mi, bağcı-dövmek mi?

DEVAMI

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder