Toplumsallaşmanın Adımları
1.Adım:
Sorunların (hastalığın) nedenini iyi teşhis etmek
Bir insanın
hastalığına iyi teşhis konulmazsa, o hastalık tedavi edilemez. Toplumsal
sorunlar da, toplumun hastalık belirtileridir. İyi teşhis konulursa, tedavi
edilebilirler. Tüm toplumsal sorunlarımızın kaynağının Tepeye Bağımlı
Örgütlenme (TBÖ) olduğu “Tepeye Bağlı Örgütlenmenin zararları:
adresli
makalede net bir şekilde gösterilmiştir. Peki insanlık neden tepeye bağımlı
şekilde bir örgütlenme içine girmiştir?
İnsanlık
asırlardır zihinsel olarak zehirlenmekte = yani zombileşmektedir.
İşte ıspatı:
“Zihniyet
denetimi” anlamına gelen Mind control: https://www.youtube.com/watch?v=Ekwm8_eptlI başlıklı video, insan beyinlerinin nasıl
yıkandığını göstermek için (dinsel bir grup tarafından) düzenlenmiş bir beyin
yıkama gösterisidir. Tepedeki zenginler- güçlüler tabakasının insanları
programlayıp-yönlendirdikleri ve bu nedenle de insanların kendilerinin bizzat
özgür şekilde davranıp, kaderlerini etkileyemedikleri şeklinde bir görüş
vurgulanmaktadır. Bu temelde doğru bir yaklaşımdır. Ama tepeye bağımlılığın
temel nedeni örtülmektedir.
Şöyle ki:
Bir insanın
davranışını, o insanın zihniyeti, yani hayata bakış açısı belirler. Zihniyetin
ise iki farklı bileşeni vardır: Bilinç ve Bilinç-altı
En etkili olanı
“BİLİNÇ-ALTI” sistemidir.
“Bilinç-altı”
bilgileri, ana-rahmine yerleştirildiğimiz andan itibaren ve de çocukluğumuzun
ilk 6 yılı süresince, çevremizdekilerin davranışlarının, gelenek ve
göreneklerin, kopyalanması ile edinilir. Bir fil küçükken ayağından zincirle
bir yere bağlanmaya alıştırıldıysa, bu davranış filin bilinç-altına kopyalanır
ve fil ondan sonra bu kopyalanmış şartlandırmaya uyarak yaşamaya devam eder.
İnsanlar da ilk-6-7 yaşına kadar çevrelerindeki insanların davranışlarını aynen
kopyalarlar ve büyüdüklerinde de, fildeki gibi bu şartlanmışlıklara uyarak
yaşarlar. Çevresinde 3-4 farklı dil bile konuşulsa, o dilleri aksansız
konuşacak şekilde kopyalar.
Çevredeki
insanlar da yine daha eski kuşaklardan kopyalanan bilgilere göre
programlanmış-şartlanmış olduklarından, bu döngü böylece devam eder. Kişiler
kopyalanmış bu davranışların etkisi altında davranmaya mecburdur, onlara göre
programlanmış, onlara göre şartlanmışlardır.
Bilinç-altı,
otomatiğe alınmış davranışlardan, iç-güdülerden oluşurlar. Her şeyi yeniden,
sıfırdan başlayarak öğrenmek, çok zaman ve emek gerektirir, ki buna hiçbir ömür
yetmez. Bu nedenle, “information & self-organisation” olarak özetlenen
“bilgiye dayalı” oluşum ve gelişim sisteminde, eskiden-önceden edinilmiş
bilgilerin kopyalanarak gelecek nesillere aktarılması temel bir prensiptir. Nitekim
epigenetik denilen yeni bilim dalı, bu temel prensibin uygulanış şeklidir.
(Epigenetik konusu başka bir bölümde işlenecektir)
Daha az etkili
olan BİLİNÇ, o andaki arzular, beklentiler ve değerlendirmelere göre
oluşturulur; yani o andaki duruma uyan davranış şeklidir. Okul dönemi ve
sonrası evrede edinilen bilgilere dayanırlar. Bu iki farklı kaynağın insan
hayatına etki oranı ise şöyledir: Bilinç %5 veya daha az, bilinç-altı %95 veya
daha fazla! (Lipton 2008).
İnsanlar tek
başlarına yaşasalardı, her işi tek başlarına yapmak zorunda olurlardı ve
kafalarını kaşıyacak zamanları olmazdı. Ama ortaklıklar oluşturup, iş-bölümü
yaparak ve ürünlerini takas ederek, daha rahat bir yaşam düzeyine
ulaşmışlardır. Buna rahatlama dürtüsü denir ve karşılıklı anlaşma ve uzlaşmaya
dayanılarak oluşturulur. Doğadaki tüm varlıklarda mevcuttur.
Ama insanların
veya diğer varlıkların ortaklıklar oluşturma veya birleşmelerinde geçerli
olacak kuralların nasıl oluşturulduğu veya nasıl oluşturulacağı konusunda,
insanlar arasında tam bir kafa karışıklığı ve anlaşmazlık vardır.
Anlaşmazlığın
nedeni, doğada bir iş veya eylem yapıcı güç sisteminin tanımında yatmaktadır.
İnsanlık
asırlardır gelenek ve görenekleriyle şu bilgileri aktarmışlar, çocuklarını
programlamışlardır:
• Varlıkların kendileri bilgili ve bilinçli
değillerdir. Bilgi, güç-enerji, bir Doğa-Üstü-Güç (DÜG) sistemindedir.
• O her şeyi bilir (omniscient);
• O ebedidir;
• Zaman onun ebediliğine endeksli bir
sonsuzluktur;
• O değişim-dönüşüme uğramaz. Hep aynı kalır.
• Böyle bir sisteme STATİK SİSTEM denir, çünkü
tepedeki o güç sistemi değişip-dönüşmez.
• Kutsal kitaplı STATİK SİSTEME inananları,
Cennet-Cehennemli bir son beklerken
• Evrimci STATİK SİSTEME inananları kaotik bir
SON beklemektedir.
Halbuki
doğada dinamik sistem geçerlidir. DİNAMİK
SİSTEMDE
• Oluşturucu güç, enerji vs. kuantum alemindedir;
• Çevreyle sürekli etkileşim içindedirler;
• Bilgi oluşturularak sürekli yeni üst-sistemler
yapılır;
• Oluşan yeni üst-sistemlerin en iyileri seçilip,
kötü olanlar terk edilir.
• Tüm varlıkların içlerinde mevcut olduklarından,
• her an her-yerde (omnipresent) özeliklildirler;
• her şeyi yapabilirler (omnipotent) özelliklidirler;
• Doğum-ölüm döngülüdür, yeni bilgi oluşumlarına
göre, doğa her gün yeniden oluşturulur ve düzenlenir.
• Bu sisteme inananları, Bilgiye dayalı, sürekli
gelişen ve yeniden düzenlenen bir DOĞA beklemektedir.
Bilinç-altımız,
yukarıda özetlenen statik-sistemli hayat görüşüne göre programlanmıştır.
Bizlere, doğa ve dünyanın sahipliğinin hariçteki-tepedeki bir sistemde olduğu
bilgisi verilir. Doğa tepedekilerce parsellenip sahiplenilir ve sahiplenilen
yerlerdeki tüm varlıklar efendinin mülkü olduğu görüşü halka empoze edilir.
Halk efendilere ait topraklarda efendinin hizmetkarı-kölesi olarak
çalışıp-üretir; ürettiğinin çoğunu kral alır, kalanıyla da halk
yetinip-geçinmek zorunda kalır. Tepedekilerin gücü, tabandaki halkın
ürünleriyle oluşturulur ve kapitalist sistemin tohumu atılmış olunur. Halkı
köleleştirecek olan “para” faktörü tepedekilere terk edilmiş ve halkın kulluk
fermanını imzalanmıştır.
Bu insanlığın
yaptığı en büyük yanlışlıktır. Çünkü doğada tüm varlıkları
etkileyip-yönlendiren “enerji” birimleri, hep varlıkların içsel
bileşenlerindedir: bedenlerimizin enerji kaynağı hücrelerimizde, hücrelerinki,
moleküllerde, moleküllerinki atomlarda, atomlarınki kuantsal-öğelerde. Bu
nedenle doğada her şey tabana dayalı ve bağımlı iken, insanlık tepeye bağımlı
olmuştur. Tepeye bağımlılık ise, tüm toplumsal sorunların kaynağıdır.
Toplumların
dinamizmi para ile denetlenir ve paranın kontrolü "tepedekilerin"
elindedir. Bu şekilde, parayı kontrolünde bulunduran tepedekilerin oluşturduğu
bir “işveren” sınıfı ve boğaz tokluğuna çalışan bir işçi sınıfı doğup-gelişmiş
olur. Yine statik sistemli hayat görüşüne uygun olarak, her millete (devlete)
kendi dillerinde (bir peygamberle) kutsal mesajlar gönderilir ve halkın bu
kutsal bilgilere uyarak yaşamalarının şart olduğu öğretilir. Kutsal özlü veya
asil-soylu insan kavramı bu şekilde ortaya çıkar.
Sahiplenme
devlet düzeyinde başlar, fabrika, çiftlik, konak, vs gibi yerlerle devam eder,
çalışanlar boğaz-tokluğuna çalışmaya mecbur edilir. Tüm emek ve ürünler
çalışanlara ait olmasına rağmen, efendiler “senin geçimini ben sağlıyorum” diyerek
onları baskı altında tutarlar. Çünkü emek ve ürünlerin takas değeri, para
denilen tepedekilerin basıp-çoğalttığı bir değer-yargısına göredir (statik
sistemin köleleştirme etkisi).
Varlıkları
yönlendiren güç enerjiyle oluşur. Peki enerji nerededir veyahut kimdedir?
Statik sistemli doğa görüşünde güç, dolayısıyla enerji tepededir,
sahiptedir. Tarih boyunca çoğu kral veya sultan kendi adına para
bastırmış ve bu şekilde güç ve kuvvetin kendinde olduğu sinyalini vermiştir.
Bağımlılık tepeye olunca, para denilen ve toplum hayatında hizmet-alışverişini
sağlayan unsur da tepedekilerin elinde olur. Dünya genelinde gerçekleşen
hizmet-alış-verişlerinde kullanılan “para” biriminin denetimini elinde tutan,
dünyayı yönetme-yönlendirme fırsatına kavuşur ve uluslar-arası düzeyde
güç-savaşları başlar. Eskiden sadece krallar veya sultanlar tarafından
sömürülen halk, bu defa uluslar-arası-para-babaları tarafından da sömürülmeye
başlanır. Çünkü hizmet alış-verişlerinde kullanılan “parayı” basıp-çoğaltanlar
(krallar veya uluslar-arası-bankacılık-sistemleri vs.) hiçbir hizmet
üretmeden üretilen hizmetlerin takası sırasında anormal kazançlar
sağlamaktadır. Tüm bu işlemlerde ise hep en tabandaki halk soyulmaktadır. Ve bu
uyutulmuş zavallılar kesimi hala uyandırılmaya karşı direnç göstermektedir,
çünkü bilinç-altlarında böyle şartlandırma vardır.,
Statik sistemde
güç, yani yönlendirici (Allah veya doğal seçici), “en üst-sistemde” tepededir.
Dolayısıyla toplum hayatının enerji-birimi = kanı olan “PARA” da tepedekilerin
denetimindedir.
• Para
ile yöneticiler yönlendirilir,
• Din
adamları çıkarları (para) uğruna halkını uyutur,
• Güvenlik
güçleri maaşlarını tepeden aldıklarından, tabandaki halkın çıkarlarını değil,
tepedekilerin menfaatlerini gözetecek şekilde halkı baskı altında tutar,
• Paranın
halka dağıtımında denge yoktur, çünkü denge ancak karşılıklı etkileşimin
bulunduğu sistemlerde oluşabilir. Dengesizlik hat safhaya ulaşınca,
ayaklanmalar, darbeler, vs. ile tepedekiler değiştirilir, (yani “düzenler”
değiştirilirler ama “düzülenler” hep aynı kalırlar).
• Bu
kısır döngüden kurtulmanın tek yolu vardır: O da “Allah” kavramını doğadaki
dinamik sistemli işleyişe göre yorumlamak ve dincilerin çifte standart
uygulayarak, kah kuantsal sistemli (tabana, karşılıklı etkileşimlere dayalı)
bir güç sistemini, tepeden emir verici (harici bir güç) olarak yorumlayarak
halkı uyutmasına engel olmaktır.
• Bu
görev bilim-insanlarının yapması gereken bir görevdir, ama onlar da statik
sistemle zombileşmiş olduklarından ateist-agnostik, vs. gibi, bilgiye dayalı
olamayan görüşlerde ısrarlı olduklarından, yaratılışçılarla olan tartışmalar
“sidik yarışına” döner ve yukarıdaki kısır döngü devam eder.
• Doğadaki
etkileyici-yönlendirici gücü tepeye koyarsanız kul-köle olmaya mecbursunuz.
Halk,
maaşı kesilirse:
●
borç taksitlerini ödeyemeyeceği;
●
ailesinin masraflarını karşılayamayacağı gibi korkular içinde tepedekilere
kulluk yapmaya devam etmektedir.
Devletin
yönetimini elinde bulunduranlar, dinsel, siyasi ve ekonomik baskı araçlarıyla,
korkuya dayalı eğitimle, tepeye bağımlı olmaya şartlanmış nesiller
yetiştirmektedirler. İnsanlığın sorunlarından kurtulmasının tek yolu, doğadaki
oluşum ve gelişimlerin statik sistemli (yani tepeye bağımlı) değil, tabana ve
tabandaki öğelerin (insanların) karşılıklı anlaşıp-uzlaşmalarına dayalı olduğu
gerçeğidir.
Paranın
kontrolü tamamen tepedeki zenginler-kulübünün elinde ve denetimindedir. Toplum
hayatı, zenginler-kulübü tarafından etkilenip-yönlendirilen “siyasetçilerle”
yönlendirilir. Siyasetçilere neleri nasıl yapacakları ise, hep “tepedekiler”
tarafından dikte edilmiştir. Bak: http://tanriyianlamak.blogspot.com.tr/2016/01/kuantlardan-altna-paralara.html
Halk,
yönetimi elinde bulunduranlarca yanlış hedef gösterilerek zombileşmiş
olduklarından, insanlar toplum oluşturamamaktadırlar. Çünkü yöneticiler, toplum
oluşturma erkinin, halkta değil, tepedeki efendilerde olduğu şeklinde bir
hedef göstermektedirler. Toplum, biz çalışıp-üretenlerin hizmetleri-ürünleriyle
oluşturulup-sürdürülen bir yaşam tarzıdır. Sahipliği bize aittir.
Toplum
hayatında insanların hedefi “para” olmaktadır. Çünkü toplum hayatının enerji
birimi “para”dır. “Paranın” kontrolü tepedekilerin-zenginlerin elinde olunca,
para peşinde koşan insanlara her türlü kötülüğü yaptırmak mümkün
olmaktadır. Bu ise insanlığın yaptığı en büyük yanlışlıktır.
Doğa dinamik
sistemlidir ve her şey karşılıklı etkileşimle oluşmaktadır, her şey tabana
dayalı olmak zorundadır, çünkü enerji denilen faktör, hep tabandadır, tepede
bir enerji gücü yoktur. Her varlık çevresiyle bağımlılık içinde olduğu için
etkileşim gereklidir. İnsanlar arası etkileşim ise, sundukları hizmete
endekslidir. İnsanlar sundukları hizmetin karşılığının belirlenmesinde (yani
takas işleminde) bizzat devrede olurlarsa, gerçek bir toplumsal ortaklık
oluşur.
Tüm geleneksel
sistemlerde her şey, tepedekilerce belirlendiğinden, adil bir hizmet-alış-veriş
sistemi sağlanamamaktadır. Halk ise bu gerçeğin farkında olmadığından, kendisine
zarar veren bu sisteme bağlılığa inatla sahip çıkmaktadır. Sorunlardan kurtulmak, “para” denilen köleleştirici faktörü ortadan
kaldırmakla; “para” faktörünü ortadan kaldırmak ise, doğadaki yönlendirici
gücün, içlerimizdeki kuantsal öğelerde olduğunu anlamakla mümkündür. Huzurlu
bir toplum, her insanın toplumu karşılıklı bir hizmet alış-verişi ortaklığı
olarak görmesiyle mümkün olacaktır. Bu ise tamamen bir eğitim
sorunudur. Çözümü ise çok basittir: Statik (Tepeye Bağımlı Örgütlenme =
TBÖ) sisteminin zararlarını görüp, bu zararları yok edici dinamik sisteme
geçmek!
Eğitilmemiş
kişi en azından bilgisiz-cahil olduğunu bilir ve esnek davranır. Olan
bitenlerin yararına mı zararına mı olduğuna göre karar verir. Ama yanlış
bilgiyle donatılmış ve o bilgilerin doğruluğundan da şüphelenmemesi gerekliliği
ile şartlandırılmış insanlar, cahillikten öte, zır-cahilleşirler. Çünkü
mantıklı çözümlere de karşı çıkarlar ve zararlarına olan bir durumda ısrar
ederler. Zira, insanlığın tüm toplumsal sorularını çözen DOM-sistemi mutlu bir
yaşam sistemi sunarken, hala kendilerini köleleştiren bir sistemde ısrar etmek,
zır-cahillikten başka bir şeyle açıklanamaz.”
Tepeye
bağımlılığın, zenginler kulübünün kuklası olarak yaşamanın temelleri, dinsel
öğretilerle atılmıştır ve hala da sürdürülmektedir. Bu videoyu yapanların kötü
niyeti burada gizlidir: çünkü video, dinsel görüşü teşvik edici “Deccal’in
Temelleri” başlığı ile başlamakta ve “Allah’ın izniyle devam edecektir”
cümlesiyle son bulmaktadır.
Yani tepeye
bağımlı olmanın (tepedeki bir zenginler kulübünce yönetilmeye mahkum olmanın)
ilk adımı, dinsel öğretilerle atılmıştır. Bu video da bu dinsel görüşü
destekleyici- pekiştirici bir beyin yıkaması yapmaktadır.
Kul-köle
olmadan, sömürülmeden özgürce yaşamak istiyorsanız, uyanmak zorundasınız.
Değerli anneler
ve babalar; çocuklarınızı zihinsel olarak zehirlediğinizi ne zaman fark
edeceksiniz?
Çocuklarını
“Zihinsel zehirlenme” ortamından kurtarmak için ülkemizi terk eden
vatandaşların sayısının gittikçe arttığını biliyor musunuz?
1.2. Önyargılardan,
şartlanmalardan kurtulup, hedef belirlemek:
• Cennet-Cehennemli
veyahut Kaotik bir SON mu,
• yoksa
“Bilgiye” dayalı, her gün yeniden doğup-düzenlenen bir doğa mı?
Öyleyse, önce
amacımızı belirlememiz gerek: Statik sistemin gereğine uygun cennet-cehennem’li
(veyahut kaotik) bir son mu; yoksa her gün yeniden doğup-düzenlenen bir
doğaya uyumlu bir hayat mı?
2. Adım: Bilgi
Oluşturmanın Önemi-1
“Cennet-Cehennemli – veyahut- Kaotik bir SON mu, yoksa “Bilgiye”
dayalı, her gün yeniden doğup-düzenlenen bir doğa mı?” hedeflerinden birisinin
seçilmesi söz konusuydu. Seçim hangi bilgiye dayanarak yapılmalı?
Bilgi
faktörünün, varlıkların kimyasal bileşimlerinde kayıt altına alınıp, bu
bileşimlerin de kopyalanarak nesilden nesile aktarılması şeklinde de
çoğaltılıp-devam ettirildiği canlılar aleminin DNA-RNA’lı genetik yapısının
çözülmesiyle ortaya konmuştur.
Şekilde bir
canlıya ait genetik DNA kodlaması görülmektedir. Bu kodlama o canlının bedenini
nasıl oluşturacağı, böcek mi, fare mi, kaç kollu, kaç parmaklı, vs gibi tüm
bilgileri içermektedir.
Kodlama
sayfasında görüldüğü üzere tüm kitapçık, A=Adenin ile T=Timin; G= Guanin
ile C=Cytosin (sitozin) adı verilen 4-harften oluşmaktadır. Bu dört harf
aslında iki harf ile de ifade edilebilir, çünkü, sarmal birbirinden
ayrıldığında, ya (A), ya (T) (veyahut C veya G) şeklinde ayrımlaşırlar. Yani A
mutlaka T ile, G mutlaka C ile eşleşmek zorundadır. Dolayısıyla iplikçikler
birbirlerinin negatif-kopyası gibidirler.
Canlılar
alemindeki tüm bilgiler nükleotid denilen bu dört harften oluşan SÖZCÜKlerle
yazılmaktadır. SÖZCÜKler bu harflerin 3lü kombinasyonlarında oluşurlar ve
amino-asit olarak tanımlanmışlardır.
Yani doğadaki
tüm canlı varlıklar bu dört harfin farklı kombinasyonlarından oluşmaktadır. Bu
üç-harfli sözcüklerden bazıları, örn. ATG (methionin) BAŞLAT komutu
anlamını taşırken; bazıları, örn. TAG, “STOP = DUR” anlamı taşır. Bu şekilde,
devam eden tüm harfler 3’er, 3’er yazılarak, yapılacak işlemler tarif
edilirler.
SÖZCÜKler
(aminoasitler) ile oluşturulacak ifadeler, farklı protein türlerine denk
gelirler. Her protein, farklı bir işlev görür, kimisi örümcek ağı yapacak
iplikçikler oluşturur, kimi tırnak gibi sert maddeler, vs.
Şimdi tüm
canlılar aleminde kullanılan bu 4-tmel “harfi” tanıyalım. Harflerin nelerden
oluştuğuna bakıldığında, bunların karbon (C), hidrojen (H), oksijen (O), azot
(N) gibi temel kimyasal elementlerden oluştukları görülmüştür.
Yani tüm
canlılar, kimyasal elementlerden oluşmuş bir dil kullanmaktadırlar.
Hücrelerimiz birer mükemmel kimyagerdirler; enerji yoğunluğunu ve çevredeki
sinyalleri algılayabilen birer mükemmel fizikçidirler; enerji kaynaklarının
doğadaki hangi varlıklarla ilişkili olduğunun farkında olan ekoloji, biyoloji,
jeoloji gibi doğa-bilimlerine hakim varlıklardırlar.
Hücreler,
genetik veya eğitsel olarak bedenlerde oluşturulan protein gibi
moleküllere bakarak davranışlarını tayin ettiklerine göre:
Varlıkları bilinçsiz ve bilgisiz birer robot olarak kabul eden;
Bu dünya yaşamını fani, başka bir dünyadaki yaşamı ebedi kabul eden;
Tapu gibi tepeden devredilen toprak, fabrika, vs sahipliği gibi
ayrımcılıklarla, doğadaki ekolojik sistemie ters davranışlara sebep olan;
Dinamik sistemli hayat görüşüne tamamen ters, mantıksız diziler,
romanlar, filmler vs yaparak halkın davranışını yanlış yönde etkileyen;
Kadınlara ikinci sınıf vatandaş muamelesi yapan ;
Toplum yönetimini tepedeki bir zümrenin yöneticiliğine terk eden;
Vs.
türlerde davranışlarda bulunan insanların sinaps-yapılarındaki proteinler hangi
çevresel faktörler etkisiyle oluşturulmuşlardır?
Bu
tür davranışlarda bulunmayı tetikleyen proteinler, hangi hayat görüşünün
ürünüdür?
Hücrelerimiz
birer mükemmel doğa-bilimci iken, biz insanların, doğa-bilimlerini temel alan
bir eğitimle değil de, başka “sözde bilimlerle” eğitime ağırlık veren nesiller
yetiştirmesi, bindiği dalı kesen bir insanın davranışının aynısıdır.
3. Adım: Bilgi
Oluşturmanın Önemi-2
Jeolojik ve
astrofiziksel verilere göre ortaya çıkan zaman olgusu şu konularda çok önemli
sonuçlar ortaya koymaktadır:
• 1-
Evrenimizin başlangıçta enerji-kümelerinden oluşan yoğun bir plazma olduğu;
• 2-
Her şeyin BİLGİ ile oluşturulduğu;
• 3-
BİLGİ düzeyinin ZAMAN içinde geliştiği, doğa ve dünyamızın evrimsel bir gelişme
içinde olduğu; kesin bir şekilde görülmektedir.
Günümüz
dünyasını oluşturan tüm varlıkların evrenimizin başlangıcında enerjiye
dönüşmüş halde bulunduğu anlaşıldığına göre, zamanda geriye yolculuk, doğada
bir recycling = geri-dönüşüm olayına denk gelir. Zamanda ilerleme ve günümüze
geliş ise, bilgi-artışına dayalı bir değişim-dönüşüm sürecidir. Bu
değişim-dönüşümler ise, atom-altı-öğelerin birleşmeleri şeklinde olmuştur. Peki
birleştirici kuvvet nasıl ortaya çıkmıştır? İki insanı bir araya getiren kuvvet
başka, iki atomu bir araya getiren kuvvet başkadır.
Kuvvet
dediğimiz varlıkları hareket ettiren faktör, enerjinin bir yerden bir yere
akması sonucu oluşur. Enerji akışı ise, enerji-gradyanı oluşumları sonucu
gerçekleşir. Gradyan terimi “azdan-çoğa veya çoktan-aza” şeklinde bir dereceli
dağılım olgusu için kullanılır. Rüzgar kuvvetinin, sıcaklığın ve basıncın çok
olduğu yerdeki moleküllerin, basınç ve sıcaklığın az olduğu yere
yönlendirilmesi şeklinde oluşması gibi.
Enerji-gradyanı,
doğadaki varlıklarda gözlenen anizotropi terimiyle tanımlanan bir özelliği
yansıtır.
“İzotrop olmayan” anlamına
gelen anizotropi terimini anlamak için şunu düşünün: Doğada her yer
düz değildir, bazı yerler sarp, bazı yerler az eğimli,
bazı yerler düzdür. Böyle bir arazideki bir noktadan her dört yöne doğru
birer ekibin yola çıktığını düşünün. Aynı hızda olan bu
ekiplerin 5 saat sonra ulaştıkları mesafeleri bir harita üzerine
işaretleyecek olursak, bazı yöndeki ekiplerin çok uzun, bazılarının çok kısa,
bazılarının orta değerde bir mesafe kat edebildikleri ortaya çıkar. Yani
varlıkların hareketleri çevre koşullarına göre değişir.
Doğadaki tüm
varlıklarda böyle anizotropik özellikler vardır ve içlerinden geçen enerjiyi,
radyasyonları, vs., değişik yönlerde değişik hızlarda ileterek, kutuplaşma
oluşumlarına yol açarlar.
Enerji gradyanı
sistemi, atom-altı-öğeler dünyasının temelinde vardır ve tüm kuvvetler bu
enerji-gradyanlarına göre oluşmaktadır. Örn. proton ve nötronu oluşturan
quarklar, (up ve down quarks) mavi-kırmızı-yeşil terimleriyle simgelenen
enerji-gradyanları sayesinde bir-birlerine çekilmekte ve güçlü-kuvvet denilen
doğadaki en etkili etkileşim sistemini oluşturmaktadır. Elektro-manyetik
etkileşim veya kuvvet, elektron-pozitron enerji-gradyanı sistemiyle
oluşmaktadır.
Atom-altı-öğelerin
birleşmeleriyle oluşan atomlar aleminde de enerji-gradyanları vardır. Kimyasal
elementlerin periyodik tablodaki yerleri, çok belirgin anizotropik özellikler
gösterirler, yukarıdan aşağı inildikçe sütünlarda, elekro-pozitiflik artar,
elektro-negatiflik azalır. Soldan sağa sıralarda ilerledikçe,
elektro-negatiflik artar.
Moleküllerde de
anizotropik özellikler vardır: Hücrelerimizin temel yapı-taşları olan
amino-asitler bir çok farklı anizotropi gösterirler: hidrofob (suya düşman) ve
hidrofil (suya dost), proton-verici, proton-alıcı, vs. gibi çok çeşitli
kutuplaşama gösterirler. Amino-asit kümeleşmelerinden oluşan proteinler,
peptidler, vs. yine çok farklı anizotropik özelliklere sahiptirler.
Her türlü işlem
veya oluşum mutlaka enerji gerektirir. Tüm enerjilerin kökenini ise kuantlar,
örn. fotonlar oluşturur. Fotonların maddelere bağlanmasının en güzel örneği
fotosentez olayında görülür. Fotosentez olayında, bitkilerin yapraklarında
bulunan kloroplastlar, bir fabrika gibi işlem yapar ve eşitliğin sol tarafından
aldıklarını, sağ tarafındaki ürünlere dönüştürür.
Bu eşitliğin
sol tarafındaki madde miktarı ile sağ tarafındaki madde miktarı aynıdır. Ama
enerji içerikleri farklıdır. C6H12O6 olarak gösterilen glikoz
molekülü güneşten gelen fotonları depolamıştır. Bu molekülü oluşturan H, O ve C
atomlarının bağlantı sistemleri H2O ve CO2. moleküllerini oluşturan H, O ve C
atomlarındakinden farklıdırlar. Görüldüğü üzere, enerji, maddeye bağlanmış
durumdadır. Güneş enerjisini maddeye dönüştüren bu bitkiler değişik bir enerji
türü kaynağı oluştururlar. Bu glikozu yiyen hayvanlar, temel enerji birimi olan
kuantları (dolayısıyla fotonları) protein gibi başka bir madde içinde bir araya
getirirler. Bu şekilde kuantsal enerji et denilen bir başka madde içinde
depolanmış olur.
Bu enerji
aktarımı bu şekilde devam eder ve her yeni oluşturulan madde, enerjiyi başka
bir “madde bileşimi” şeklinde depolamış olur. Her farklı maddenin farklı rengi,
farklı kokusu, farklı tadı vardır. Bu farklılıklar farklı çekim güçleri
oluştururlar. Ve tüm bu farklı çekim güçleri temelde belli sayıda (h)
kümeleşmelerinden oluşurlar. Farklı kuvvet türleri bu şekilde enerjiden
oluşurlar.
Her canlı,
hayatının devamı için enerjiye muhtaç olduğundan ve ana enerji kaynağını da
bağımlı olduğu belli canlı türleri (veya foton türleri) oluşturduğundan, neyin
neye bağımlı olarak oluşup geliştiğinin kayıtlarını sürekli olarak tutmak
zorundadır. Bu şekilde information & self-organisaton olarak özetlenen
dinamik sistemli doğa ortaya çıkmış olur. Buradaki “bilgi = information”
kavramı, enerjinin nerden nereye akacağını gösterir ve varlıkların
fiziksel-kimyasal yapılarında kayıtlıdır. Yani doğada her yeni bir varlık
oluşturulduğunda, daha önce var olan her varlık, o yeni varlığın yaydığı
sinyali algılayarak, o varlıkla etkileşim içine girer.
Doğadaki kuvvet
oluşumları, yani enerjinin nerden nereye akacağını gösteren faktör, anizotropi
dediğimiz yapısal-dokusal özelliklerle sağlanır ki, buna başka bir ifadeyle
bilgi oluşturma denir. Yani bilgi, maddelerin yapısal-dokusal durumlarında
değişiklikler yapılarak, enerji akış güzergâhlarını belirleme işlemidir.
Kimyasal
bileşimin ve yapısal dokunun değiştirilmesi, varlığın çevresindeki
değişim-dönüşümleri algılayıp, ona uygun olacak şekilde kendi yapısında
(bileşiminde) değişiklikler yapması şeklinde olur ki, bu da “information &
re-organisation = bilgilen ve yeniden-örgütlen) olarak özetlenen dinamik sistem
oluşumu sonucudur. Yani “bilgi”, kimyasal yapıya ve fiziksel dokuya yansıtılır.
Varlıkların yapısına yansıtılan bilgi, kutuplaşma veya anizotropik
(sıcak-soğuk, artı-eksi, erkek-dişi, vs gibi) özellikler oluşturarak, enerji
akışını yönlendirir. Yapının değişmesiyle varlığın görüntüsü değişir,
görüntünün değişmesi zaman olarak ortaya çıkar. Dolayısıyla, bilgi + kimyasal-bileşim
+ fiziksel-doku + enerji + zaman faktörleri birbirleriyle iç-içe
kavramlardır.
Doğada her şey
sürekli değiştiği için, insanı oluşturan hücreler de insan beynini, “çevrende
neler olup-bitiyor, bunları araştır da, ona göre işlem yapılsın” mantığıyla,
muazzam senaryolar üretecek şekilde oluşturmuşlardır. Çevre koşullarına
uyabilmek için canlılar farklı taktikler geliştirmişlerdir. İnsan hariç diğer
tüm canlılar daha iyi koku-alma, daha iyi-görme, daha hızlı koşabilme gibi
yeteneklerini geliştirmeye ağırlık vermişler ve bu yönleriyle doğaya uyumlu
olmaya çalışmışlardır. İnsanı oluşturan hücreler ise, tüm bu alanlardaki
yeteneklerinden feragat ederek, doğada neler nasıl oluyor, bunları nasıl takip
edip, onlardan yararlanabilirim gibi “yorumlama” yeteneğine yatırım
yapmışlardır. Bedeni oluşturan hücreler, değişim-dönüşüm içindeki bir doğada
yaşandığının öylesine bilincindedirler ki, zaman içinde çevrelerinde birçok
şeyin değişebileceğinin farkında olduklarından, beyin-denilen yönlendirici
sistemin hücrelerini sabit-değişmez olarak değil, sürekli değişip, çevre
faktörlerine uyum sağlayacak bir yetenekle donatmışlardır. Bu yeteneğe
“Neuroplasticity” denir.
İnsan
hücrelerinin bilgi oluşturmaya verdiği bu önem nedeniyle, insanlar hayvanlar
kadar koşamaz, onlar kadar iyi koku alamaz, onlar kadar iyi göremez vs., ama
onlardan çok fazla hayal kurar ve bir-iki veriden giderek binlerce senaryo
üretebilirler. Ve üretmektedirler de.
Arılar,
karıncalar, mercanlar, bryozoa gibi “böcek, hayvan” dediğimiz birçok canlı,
mükemmel koloniler (toplumsal ortaklıklar) oluşturmuşlarken, kendisini en
akıllı-ve bilgili yaratık olarak gören “insan” dediğimiz yaratık neden iyi bir
toplumsal sistem oluşturamıyor?
Bilgi sahibi
olunmadan, fikir sahibi olunmayacağını kabul ediyorsanız önce hayat nedir?
Doğada bir şey nasıl oluşturulmaktadır? Arılar-karıncalar güzel toplumsallaşma
ortaya koymuşken, neden insan dediğimiz kendini en akıllı sanan yaratık bu
konuda başarısızdır? sorusunun yanıtını arayarak başlamalısınız.
Hücrelerimizin
bizleri donattığı bu hayal kurma – yorumlama -
bilgi-oluşturma yeteneğinin temel amacı, toplumsal ve ekolojik
sorunlarımızın çözümüne yönelik olmak zorundadır. Toplumsal ve ekolojik
sorunların nedenini ve çözümünü içermeyen görüşlerin hiçbir değeri yoktur,
onlar kişisel hayallerden öteye bir değer taşımazlar. Günümüzde
bilim-insanlarının ürettikleri düşünce ve fikirlerin çoğu “toplum ve ekolojik
sorunlarının çözümüne yönelik değil, Statik sistemli (tepeye bağımlı)
hayat görüşüne uygun düşünceler” oluşturmaktan ileriye gitmemektedirler, hatta
tüm toplumsal ve ekolojik sorunların kaynağını oluşturmaktadırlar; çünkü
dinamik sistemli bir doğada yaşadıklarından ve dinamik sistemlerin nasıl
oluşup-geliştiğinden hala habersizdirler.
Hayali
senaryolar üretmek başka şeydir, doğada sürekli değişen çevre koşullarını
algılamak ve o değişimlere göre kendine bir yön vermek başka şeydir. Doğal
sistemde önemli olan, çevredeki değişim-dönüşümleri algılamaktır, çünkü
insanların ihtiyacı olan şey, çevresindeki enerji ve kuvvet dağılımlarının
(yani varlıklardaki değişim-dönüşümlerin) nasıl olduğunu saptaması ve ona göre
geleceğini planlamasıdır. Bizler gelmekte olan bir felaketi (bir depremi, ani
bir fırtınayı, vs) algılayıp canımızı kurtaramazken, diğer canlılar bu konuda
başarılı olabilmektedirler. Peki kim daha bilgili ve bilinçli? İşe yaramayan
binlerce senaryo üreten bir beyin mi, yoksa az hayal ama çok gerçekçi hesaplama
yapabilen diğer canlılar mı?
Hayat = Ömür;
ve ömür ise ZAMANın bir dilimidir. Zaman kavramının anlamını çözen, hayatı da
anlamış olur. Hayatın anlamını, neden doğum-ölüm döngülü olduğunu bilmiyorsanız,
ürettiğiniz fikirlerin hiçbir değeri yoktur, çünkü ne için yaşadığınızın
bilincinde değilsinizdir.
Doğa ve
dünyamız dinamik sistemlidir, ve dinamik sistemde etkileyici-yönlendirici güç
varlıkların içsel bileşenlerindedir. En temeldeki içsel bileşen ise atom-altı
öğelerden oluşan kuantsal sistemdir. Kuantsal enerji her zaman en ekonomik,
en-iyi yapılaşmalara göçtüklerinden, varlıklar sürekli yeni bilgiler
oluşturarak (yani yapısal durumlarını değiştirerek) enerjinin kendilerine
akmasını sağlayacak şekilde davranırlar, bu nedenle de tavuk-yumurta döngüsü
şeklinde, sürekli parçalarına ayrışıp, yeniden doğarlar.
Bilgi ve mantık
varlıkların sorunlarına çözüm bulma yeteneği olarak tanımlanabilinir. Kafanıza
yerleştirdiğiniz bilgiler ve mantığınız sağlamsa, doğadaki oluşum ve
gelişimleri “doğru” değerlendirirsiniz ve uygun çözümler bulup, sorunlarınızı
çözersiniz. Ama kafanıza yerleştirilmiş bilgiler yanlışsa, mantığınız o
yanlış bilgilerden etkileneceğinden, hep yanlış kararlar alırsınız ve sorunlarınızı
çözemezsiniz.
DOM-sistemi
bilgileri dinamik sistemli olduğundan, tüm sorunlarımızın statik sistemli
düşünce ve davranışlardan (yani tepeye bağımlılıktan) kaynaklandığını açıkça
ıspat ediyor ve dinamik (yani tabana dayalı) sistemli görüşle tüm sorunların
ortadan kaldırılacağını net delillerle ortaya koyuyor.
Statik sistemli
görüş sahiplerinin toplumsal sorunlarımın nedenini ve çözümünü içeren bir
görüşleri varsa, buyursunlar, DOM dosyasında gösterildiği gibi, 5-6 sayfalık
bir yazıyla ortaya koysunlar. Böyle bir çözüm formülü içermeyen görüşler,
hayali senaryolar olmaktan öteye bir anlam taşımazlar.
4. Adım:
Oluşturulan bilgiler uyumlu olurlarsa üst-üste çakışır, güçlü bir bağ oluşur.
Toplumsal
sorunlarımız hepimizin ortak sorunudur. Ve bu sorunlardan kurtulmak “ortak bir
toplumsal görüş= informator” oluşturmakla olasıdır. Kimimiz dinsel, kimimiz
ırkçı, kimimiz Marksist, kimimiz Atatürkçü, kimimiz maoist, vs gibi parçalara
bölünüp, ayrı tellerden çalarsak, asla bir toplumsal mutabakat sağlayamayız.
Çünkü bilgiler üst-üste çakışmaz, rezonans oluşmaz.
Sorunlarımızı
çözmek için bir araya gelmemiz gerekirken, geyik sohbetleri yapmak için bir
araya geliyoruz. Hayatımız futbol izlemek, evlilik programları, pembe diziler
izlemekle geçiyor. Bizler burada çok genel, çok yeni bir bakış açısıyla
hayata ve toplumsal sorunlarımıza bakmak zorundayız, yoksa karşılıklı kısır
çekişmeler içinde boğulup-gideriz.
Benim bir grup
içinde insanlarla bir araya gelip, fikir alış-verişlerinde bulunmaya çalışmamın
tek bir amacı vardır: toplumsal sorunlarımıza bir çözüm bulmak.
Fizikçiler
biyologlar başta olmak üzere, insanların zaman kavramını hiç anlayamadıklarını
fark edersiniz. Ömür veya hayat, zamanın bir dilimidir. “Zamanın” anlamını
bilmiyorsanız, hayatın anlamını da bilemezsiniz. İnsanlarının anlayamadıkları
nokta budur. Evet, atalarımızın “ruh” dediği canlılık,
“enerji-madde-bilgi-düzeyi” arası etkileşimlere göre sürekli gelişip-değişen
bir değişim-dönüşüm mekanizmasıdır. Hiçbir varlığın sonsuz bir ömrü yoktur, bu
nedenle hayat “doğum-ölüm-döngüsü” üzerine oturtulmuştur. Zaman ise bu
ömür-döngülerinin ardalanmasıdır ve bilgi-düzeyindeki değişimlere göre
gerçekleşmektedir.
Bizler sürekli
değişim-dönüşüm içindeki dinamik bir doğada yaşıyoruz ve dinamik sistemlerde
her şey, varlıkların karşılıklı etkileşimleriyle ve rezonans oluşturmalarıyla
gerçekleşiyor. Toplumsal sistemimiz A'dan Z'ye bozuk, çünkü tüm geleneksel
sistemlerde Doğa statik sistemli olarak düşünülmüş. Statik sistem hep tepedeki
birilerince yönetilmeyi öngörür. Onun için hep bir kurtarıcı beklenir. Halbuki
doğal sistemde kurtarıcılar yoktur, varlıklar kendi aralarında
anlaşıp-uzlaşmalarına dayanarak, sorunlarını birleşerek çözerler. Tepeye
oturarak, halkın sırtından geçinen “kutsallık postuna” bürünmüş kişilerin tüm
toplumsal sorunların kaynağı olduğu, belirtilen makalede zaten net bir şekilde
gösterilmişti. O verileri görmezden gelerek hala lider peşinden koşanların
tekrar mantıklarını sorgulamaları gerekir.
Bilgi ve mantık
sorunlara çözüm bulma yeteneğidir. Kafanıza yerleştirdiğiniz bilgiler doğru ve
mantığınız sağlamsa, doğadaki oluşum ve gelişimleri “doğru” değerlendirirsiniz
ve uygun çözümler bulup, sorunlarınızı çözersiniz. Ama kafanıza yerleştirilmiş
bilgiler yanlışsa, mantığınız o yanlış bilgilerden etkileneceğinden, hep yanlış
kararlar alırsınız ve sorunlarınızı çözemezsiniz.
Anlaşıp-uzlaşmak
zorundayız, çünkü toplum bir ortak yaşam sistemidir. Ortaklığın kurallarını da
ortakların koyması gerekir. Ama şimdiye dek kurallar hep tepedeki
birlerince oluşturulmuştur. İlk anlaşma sağlanması gereken nokta budur: toplumunuzun
kuralarının tepedeki birilerince saptanmasından yana mısınız, yoksa kendinizin
diğer insanlarla karşılıklı anlaşıp-uzlaşmanızla mı?
Bizler
toplumsal sorunlarımızı kendimiz çözmek zorundayız, kimse uzaydan gelerek bu
işimizi yapacak değil. Tepeden bir kurtarıcı-lider beklemek ise en büyük hata,
çünkü doğadaki hiçbir olay, tepeden gelecek bir” yapılsın” emriyle
olmamaktadır. Doğadaki her şey, alt-sistem – üst-sistem ilişkili olarak
oluşup-gelişmektedir. Yani atomlar molekülü oluştururlar, moleküller atomları
oluşturmaz. İnsanla toplum arasındaki ilişkide de aynı kural geçerlidir.
Toplumsal sistemin kurallarını biz insanlar oluşturmak zorundayız.
Doğa sürekli
değişim-dönüşüm içinde olduğundan, 2018 yılının insanları olarak bizler, bu
günün koşullarına göre düşünüp-davranmak zorundayız. 200 yıl öncelerinin
at-arabalarını, kağnılarını oluşturan moleküller, artık uçak, bilgisayar gibi
çok farklı varlıklar olarak bizlerle etkileşim içindeler ve ether dediğimiz
etkileşim-sinyalleri artık tamamen farklı. 2-3 bin yıl (hatta 70-80 yıl) önceki
dünya koşullarına göre fikirler üretmiş atalarımızın düşüncelerini örnek alacak
şekilde davranmak, günümüz koşullarına uygun bir davranış için uygun değildir.
Onun için Siyonist, İslamcı, maksist, …cü, …cı, vs. türde, geçmişte yaşamış
insanların görüşlerine bağlı kalınarak toplumsal mutabakat sağlanamaz.
Her birey, bugünün
koşullarına göre kendisi bilgi edinip, toplumunu sahiplenmek zorundadır. Ama
ülkemizde 50-60 yıldır, felsefe-mantık gibi özgürce bilgi edinilecek yollar
kapatılmış olduğundan, bizim şu anki toplumsal davranışımız, özgürce, kişiye
has bilgi oluşturulabilmesini olanaksızlaştırmıştır. Bu nedenle, az sayıda
sağlam mantıklı insanımızın örnek davranış göstererek, böyle bir girişimin
öncülüğünü yapması gerekmektedir.
Toplumumuzda
statik sistemli hayat görüşüne dayalı bir eğitim verilmektedir. Bu sistemde,
doğadaki etkileyici-yönlendirici gücün tepedeki kutsal bir kaynağa dayalı
olduğu belirtilir. Dolayısıyla, insanlar pasif kalıp, tepeden gelen bu yönlendirmelere
uyması öğretilir. Yıllardır “Toplum nasıl oluşturulur?” konusunda yazılar
yazıyor ve katılımcılarla sorunlarımızın çözümü yolunda bir adım atılmasını
umuyorum. Yüzlerce katılımcının bulunduğu gruplarda sunulan öneriyi beğenen
sadece %10luk bir kesim oluyor.
Yani toplumsal
sorunlarımızın çözümü için bir araya gelen 100 kişiden 10’u uzlaşabiliriz
mesajı veriyor, %90’ı tepkisiz, pasif kalıyor. Katılımcıların %90nın pasif
kalıp, sadece %10nun öneriye destek vermesi, bizim toplumumuzdaki gelenek-görenek,
eğitim-öğretim, vs.nin tamamen negatif yönde olduğu gerçeği ile karşılaşırız.
Negatif yöndeki bu gidişatın pozitif yöne döndürülmesi ise, üzerinde
yaşadığımız doğa ve dünyanın “dinamik sistemli” olduğu ve dinamik sistemde de
tüm varlıkların bizzat aktif olmaları zorunluluğu gerçeğini fark etmek ve
uygulamaya koymaktan geçer.
Başka bir çözüm
önerisi (görüşü) olanların görüşlerini ortaya koymalarını ve karşılıklı olarak
konuşup bir çıkar yol bulmamız gereğini tekrar vurgularken, tüm arkadaşların,
çocuklarımızın geleceği adına pasif kalmaktan vazgeçip, toplumumuzun
oluşturulması ve sahiplenilmesine katılmalarını beklerim. (Daha ne kadar
beklenilecekse!)
İnsanlar
birbirlerinin hizmetlerine muhtaç oldukları için bir araya gelip, toplum
oluştururlar. Dolayısıyla, toplum insanlar arası bir etkileşim sistemidir.
Toplumdaki etkileşimler, insanların ürün veya hizmetlerinin karşılıklı takasına
dayanır. Bu takas işlemleri, hizmet üreticilerinin karşılıklı ilişkileriyle
oluşturulması gerekir. Halbuki günümüzde tüm toplumsal işler,
yasalar-yönetmelikler devleti (yönetimi) ele geçiren tepedeki dar bir zümreye
(hatta tek otoriteye) terk edilmiştir.
• Halkın
duyarsız kalmasının temel nedeni, “doğadaki oluşturma işleminin” varlıkların en
temel bileşenleri olan atom-altı öğelerce başlatılıp, sürdürüldüğü gerçeğini
anlayamamalarından kaynaklanır. "Bilim adamı ve aydın kişiler"
denilen kesim de, bu konuda statik-sistemli görüşe göre davranıp, toplumların
liderlerce yönetilmesi yönünde davranınca, olan halka olur.
• Amaç
ve hedef belirgin olmadıkça, kuvvetlerin odaklanması kaybolur, enerji boşa
harcanır. Onun için temel amaç ve hedef çok belirgin olmalıdır. Hedefimizin ne
olması gerektiği konusunda üzerinde anlaşıp-uzlaşmamız gereken temel nokta
şudur:
1- Doğada
bir denge ve düzen vardır. Atalarımız bu denge ve düzen oluşturucu gücü “Tanrı
veya Allah” olarak tanımlamıştır.
2a- Doğadaki
denge ve düzen oluşturucu güç sistemi, varlıkların bedenleri dışında değil,
varlıkların bedenleri içindedir;
2b- Ebediyet
(ebedi hayat, vs) diye bir şeyin olmadığı, her şeyin sürekli bir
değişim-dönüşüm içinde olması gerektiği son asır içindeki doğa bilimsel
araştırmalarla ortaya konmuştur.
• İki
insan toplumsal sorunların çözümü konusunda birbirleriyle anlaşamıyorlarsa,
bilgi ve mantıklarında bir uyumsuzluk olması söz konusudur. Bilgi ve mantık,
insanın sorunlarını çözme yeteneğidir. Yanlış bir bilgi ile yüklenen bir beyin,
o yanlış bilgi nedeniyle hatalı mantık yürütür ve sorunlarını çözemez olur.
Buna zombileşme de denir.
• Dinamik
Oluşum Mekanizması (DOM) sistemi 5 sayfalık bir metinde toplumsal
sorunlarımızın nedenini ve çözümünü ortaya koyan bir formül ortaya koymakta ve
sorunlarımızın nedeninin tepeye-bağımlılık, ve tepeye bağlı örgütlenme (TBÖ)
olduğunu kesin bir şekilde göstermektedir.
• Başka
görüş sahiplerinin de bilgileri ve mantıkları sağlamsa, DOM-sisteminin yaptığı
gibi 5-6 sayfalık bir metinle, toplumsal sorunlarımızın nedenini ve çözümünü
içeren bir formül ortaya koysunlar, ki insanlar ikisi arasında bir seçim
yapabilsinler.
5. Adım: Uzlaşma
ilkeleri
DOM-sistemi
insanlığın tüm sorunlarını çözebilecek bir formül ortaya koymuştur. Bu sistemde
bir veri veya mantık hatası buluyorsanız, onu delilleriyle ortaya kayarsınız ve
tartışır-uzlaşırız. Yok, bulamıyorsanız, o zaman o sistem bilgilerini kabul
edip-uygulamaya geçersiniz. Yoksa daha yüzlerce yıl boşuna tartışır ve
savaşırız. Bu arada hayatımız biter ve sorunlar gelecek nesile devredilir.
Onlar aynı şekilde devam ederler ve bu kısır döngü devam eder gider.
Yaklaşık 30
yıldır toplumsal sorunlar nasıl çözülür konusunda fikir üretmeye
çalışmaktayım. Yazdıklarım hakkında görüş bildirmek ve konuyu tartışmak
isteyenlere baştan söyleyeceğim şudur: Yazdıklarımda hiç hata yoktur iddiasında
değilim. Ama genel hattı ile DOM-görüşünün doğru olduğuna inanıyorum, çünkü
doğa dinamik sistemlidir, yani sürekli bir değişim-dönüşüm söz konusudur. Ve
DOM görüşü bu değişim-dönüşümlü sisteme dayalı bir hayat görüşüdür. Geleneksel
hayat görüşleri ise statik sistemlidir, bu nedenle toplumsal sorunlarımızın
oluşmasına neden olmaktadır.
Yazdıklarımı
tenkit edecek arkadaşların, bu temel farkı dikkate alarak konuya yaklaşmaları
gerekir, bu şekilde gereksiz tartışmalar ve zaman kaybı önlenebilinir.
Tartışmaların kısır çekişmelere saplanıp-tıkanmaması hepimizin yararınadır. Bu
nedenle şu tartışma ilkelerinin dikkate alınmasını istiyorum. Bu ilkelerde
değiştirmek-düzeltmek istediğiniz maddeleri bildirirseniz, gerekli düzeltmeleri
yapıp, sorunlarımızın çözümü konusunda çalışmalara devam edebiliriz.
Tartışma-Uzlaşma-İlkeleri
Organizasyonu
tepeye bağımlı olacak şekilde örgütlenmiş tüm toplumlarda insanlar toplumsal
sistemin kurallarının tepedeki bir zümre tarafından belirlenmesine
alışmışlardır. Bu nedenle bu tür toplumlarda insanlar arasında
anlaşıp-uzlaşmaya götürücü tartışma adabı gelişmemiştir. Tersine, insanlar, ya
kendi oluşturdukları veyahut da kendilerine empoze edilen bir görüşü savunma amacıyla
tartışmalara girerler. Amaç baştan böyle olunca da, tartışmalar genellikle
anlaşmayla değil, kavgayla-savaşla sonuçlanır, çünkü ana hedef ortak bir
uzlaşma sağlanması değil, kendi görüşünüzü, karşı tarafa empoze etme yarışıdır.
Bizlerin karşı-karşıya olduğumuz en temel sorun bu noktada düğümlenir.
Bu kör-düğümü
çözmek için bazı uzlaşma ilkeleri oluşturmak ve bunlarda bir görüş
birliğine varmak gerekir.
• 1-
Ayrıntılarla değil, konunun ana hattı üzerinde tartışmaya başlayacaksın.
Ayrıntılara sonradan girilip, gerekli düzeltmeler yapılabilinir. Karşılıklı
olarak anlaşıp-uzlaşma, karşımızdakinin fikirlerini en ayrıntısına kadar
incelemek ve sunulan görüşün kabul edilebilir kısımlarını ortaya koyup, kabul
edilemeyenleri belirtip, üzerinde değişiklik yapılması gereken konuları
ayırmakla başlamalıdır.
• 2-
Tartışmalarda karşındakini aşağılayıcı- rencide edici tutum ve davranışlardan
kaçınacaksın. Bir fikri tümüyle reddetmek, o konuda kişisel olarak daha iyi bir
öneri sahibi olunmasını gerektirir. Kişisel olarak bir çözüm formülü olmayan
birinin, bir öneriye tümüyle karşı çıkması, tamamen mantık dışı bir
davranıştır.
• 3-
Bir önerinin herhangi bir yönünü tenkit etmeye kalkmadan önce, öneri sahibine
“sizin yazdıklarınızdan şunu mu anlamam gerekir?” gibi, önerinin konuya dair
ana fikrini doğru anlayıp-anlamadığınızı kontrol etmeniz gerekir. Bu daha
sonraki birçok yanlış anlamayı ve kısır tartışmaları minimuma indirgemek için
gereklidir. Tartışılan konulardaki temel kavramların tanımında karşılıklı
olarak anlaşacaksın: Bir insan bir şey anlatırken "muz" tarif etmek
istiyorken, karşısındaki "salatalık" anlıyorsa, kullanılan bazı
terimlerin anlamlarında karşılıklı bir uyuşmazlık olması söz konusudur. Onun
için, hangi terimin tanımında uzlaşma sağlanması gerektiğini
saptayıp, o terimin tanımında anlaşmalısınız.
• 4-
Bir görüşe karşı çıkıldığında, sunulan fikrin beğenilmeyen yönünü belirttikten
sonra mutlaka bir düzeltme önerisi sunulması gerekir, çünkü “ben şu noktaya
karşıyım” demek ve bir alternatif öneri sunmamak, o konu hakkında yeterli bilgi
ve birikime sahip olmamak anlamına gelir.
Doğada bilgi ve
bilinç oluşumuna dayalı bir evrim-gelişme olduğuna göre, bu yönlenmeyi
oluşturan güç de atalarımız tarafından “tanrı” olarak tanımlandığına göre,
neden böyle bir tanımda uzlaşarak, gerçek-din ve bilimi bir arada
değerlendirmiyoruz? Amacımız üzüm-yemek mi, bağcı-dövmek mi?
DEVAMI
Toplumsallaşmanın Adımları
1.Adım:
Sorunların (hastalığın) nedenini iyi teşhis etmek
Bir insanın
hastalığına iyi teşhis konulmazsa, o hastalık tedavi edilemez. Toplumsal
sorunlar da, toplumun hastalık belirtileridir. İyi teşhis konulursa, tedavi
edilebilirler. Tüm toplumsal sorunlarımızın kaynağının Tepeye Bağımlı
Örgütlenme (TBÖ) olduğu “Tepeye Bağlı Örgütlenmenin zararları:
adresli
makalede net bir şekilde gösterilmiştir. Peki insanlık neden tepeye bağımlı
şekilde bir örgütlenme içine girmiştir?
İnsanlık
asırlardır zihinsel olarak zehirlenmekte = yani zombileşmektedir.
İşte ıspatı:
“Zihniyet
denetimi” anlamına gelen Mind control: https://www.youtube.com/watch?v=Ekwm8_eptlI başlıklı video, insan beyinlerinin nasıl
yıkandığını göstermek için (dinsel bir grup tarafından) düzenlenmiş bir beyin
yıkama gösterisidir. Tepedeki zenginler- güçlüler tabakasının insanları
programlayıp-yönlendirdikleri ve bu nedenle de insanların kendilerinin bizzat
özgür şekilde davranıp, kaderlerini etkileyemedikleri şeklinde bir görüş
vurgulanmaktadır. Bu temelde doğru bir yaklaşımdır. Ama tepeye bağımlılığın
temel nedeni örtülmektedir.
Şöyle ki:
Bir insanın
davranışını, o insanın zihniyeti, yani hayata bakış açısı belirler. Zihniyetin
ise iki farklı bileşeni vardır: Bilinç ve Bilinç-altı
En etkili olanı
“BİLİNÇ-ALTI” sistemidir.
“Bilinç-altı”
bilgileri, ana-rahmine yerleştirildiğimiz andan itibaren ve de çocukluğumuzun
ilk 6 yılı süresince, çevremizdekilerin davranışlarının, gelenek ve
göreneklerin, kopyalanması ile edinilir. Bir fil küçükken ayağından zincirle
bir yere bağlanmaya alıştırıldıysa, bu davranış filin bilinç-altına kopyalanır
ve fil ondan sonra bu kopyalanmış şartlandırmaya uyarak yaşamaya devam eder.
İnsanlar da ilk-6-7 yaşına kadar çevrelerindeki insanların davranışlarını aynen
kopyalarlar ve büyüdüklerinde de, fildeki gibi bu şartlanmışlıklara uyarak
yaşarlar. Çevresinde 3-4 farklı dil bile konuşulsa, o dilleri aksansız
konuşacak şekilde kopyalar.
Çevredeki
insanlar da yine daha eski kuşaklardan kopyalanan bilgilere göre
programlanmış-şartlanmış olduklarından, bu döngü böylece devam eder. Kişiler
kopyalanmış bu davranışların etkisi altında davranmaya mecburdur, onlara göre
programlanmış, onlara göre şartlanmışlardır.
Bilinç-altı,
otomatiğe alınmış davranışlardan, iç-güdülerden oluşurlar. Her şeyi yeniden,
sıfırdan başlayarak öğrenmek, çok zaman ve emek gerektirir, ki buna hiçbir ömür
yetmez. Bu nedenle, “information & self-organisation” olarak özetlenen
“bilgiye dayalı” oluşum ve gelişim sisteminde, eskiden-önceden edinilmiş
bilgilerin kopyalanarak gelecek nesillere aktarılması temel bir prensiptir. Nitekim
epigenetik denilen yeni bilim dalı, bu temel prensibin uygulanış şeklidir.
(Epigenetik konusu başka bir bölümde işlenecektir)
Daha az etkili
olan BİLİNÇ, o andaki arzular, beklentiler ve değerlendirmelere göre
oluşturulur; yani o andaki duruma uyan davranış şeklidir. Okul dönemi ve
sonrası evrede edinilen bilgilere dayanırlar. Bu iki farklı kaynağın insan
hayatına etki oranı ise şöyledir: Bilinç %5 veya daha az, bilinç-altı %95 veya
daha fazla! (Lipton 2008).
İnsanlar tek
başlarına yaşasalardı, her işi tek başlarına yapmak zorunda olurlardı ve
kafalarını kaşıyacak zamanları olmazdı. Ama ortaklıklar oluşturup, iş-bölümü
yaparak ve ürünlerini takas ederek, daha rahat bir yaşam düzeyine
ulaşmışlardır. Buna rahatlama dürtüsü denir ve karşılıklı anlaşma ve uzlaşmaya
dayanılarak oluşturulur. Doğadaki tüm varlıklarda mevcuttur.
Ama insanların
veya diğer varlıkların ortaklıklar oluşturma veya birleşmelerinde geçerli
olacak kuralların nasıl oluşturulduğu veya nasıl oluşturulacağı konusunda,
insanlar arasında tam bir kafa karışıklığı ve anlaşmazlık vardır.
Anlaşmazlığın
nedeni, doğada bir iş veya eylem yapıcı güç sisteminin tanımında yatmaktadır.
İnsanlık
asırlardır gelenek ve görenekleriyle şu bilgileri aktarmışlar, çocuklarını
programlamışlardır:
• Varlıkların kendileri bilgili ve bilinçli
değillerdir. Bilgi, güç-enerji, bir Doğa-Üstü-Güç (DÜG) sistemindedir.
• O her şeyi bilir (omniscient);
• O ebedidir;
• Zaman onun ebediliğine endeksli bir
sonsuzluktur;
• O değişim-dönüşüme uğramaz. Hep aynı kalır.
• Böyle bir sisteme STATİK SİSTEM denir, çünkü
tepedeki o güç sistemi değişip-dönüşmez.
• Kutsal kitaplı STATİK SİSTEME inananları,
Cennet-Cehennemli bir son beklerken
• Evrimci STATİK SİSTEME inananları kaotik bir
SON beklemektedir.
Halbuki
doğada dinamik sistem geçerlidir. DİNAMİK
SİSTEMDE
• Oluşturucu güç, enerji vs. kuantum alemindedir;
• Çevreyle sürekli etkileşim içindedirler;
• Bilgi oluşturularak sürekli yeni üst-sistemler
yapılır;
• Oluşan yeni üst-sistemlerin en iyileri seçilip,
kötü olanlar terk edilir.
• Tüm varlıkların içlerinde mevcut olduklarından,
• her an her-yerde (omnipresent) özeliklildirler;
• her şeyi yapabilirler (omnipotent) özelliklidirler;
• Doğum-ölüm döngülüdür, yeni bilgi oluşumlarına
göre, doğa her gün yeniden oluşturulur ve düzenlenir.
• Bu sisteme inananları, Bilgiye dayalı, sürekli
gelişen ve yeniden düzenlenen bir DOĞA beklemektedir.
Bilinç-altımız,
yukarıda özetlenen statik-sistemli hayat görüşüne göre programlanmıştır.
Bizlere, doğa ve dünyanın sahipliğinin hariçteki-tepedeki bir sistemde olduğu
bilgisi verilir. Doğa tepedekilerce parsellenip sahiplenilir ve sahiplenilen
yerlerdeki tüm varlıklar efendinin mülkü olduğu görüşü halka empoze edilir.
Halk efendilere ait topraklarda efendinin hizmetkarı-kölesi olarak
çalışıp-üretir; ürettiğinin çoğunu kral alır, kalanıyla da halk
yetinip-geçinmek zorunda kalır. Tepedekilerin gücü, tabandaki halkın
ürünleriyle oluşturulur ve kapitalist sistemin tohumu atılmış olunur. Halkı
köleleştirecek olan “para” faktörü tepedekilere terk edilmiş ve halkın kulluk
fermanını imzalanmıştır.
Bu insanlığın
yaptığı en büyük yanlışlıktır. Çünkü doğada tüm varlıkları
etkileyip-yönlendiren “enerji” birimleri, hep varlıkların içsel
bileşenlerindedir: bedenlerimizin enerji kaynağı hücrelerimizde, hücrelerinki,
moleküllerde, moleküllerinki atomlarda, atomlarınki kuantsal-öğelerde. Bu
nedenle doğada her şey tabana dayalı ve bağımlı iken, insanlık tepeye bağımlı
olmuştur. Tepeye bağımlılık ise, tüm toplumsal sorunların kaynağıdır.
Toplumların
dinamizmi para ile denetlenir ve paranın kontrolü "tepedekilerin"
elindedir. Bu şekilde, parayı kontrolünde bulunduran tepedekilerin oluşturduğu
bir “işveren” sınıfı ve boğaz tokluğuna çalışan bir işçi sınıfı doğup-gelişmiş
olur. Yine statik sistemli hayat görüşüne uygun olarak, her millete (devlete)
kendi dillerinde (bir peygamberle) kutsal mesajlar gönderilir ve halkın bu
kutsal bilgilere uyarak yaşamalarının şart olduğu öğretilir. Kutsal özlü veya
asil-soylu insan kavramı bu şekilde ortaya çıkar.
Sahiplenme
devlet düzeyinde başlar, fabrika, çiftlik, konak, vs gibi yerlerle devam eder,
çalışanlar boğaz-tokluğuna çalışmaya mecbur edilir. Tüm emek ve ürünler
çalışanlara ait olmasına rağmen, efendiler “senin geçimini ben sağlıyorum” diyerek
onları baskı altında tutarlar. Çünkü emek ve ürünlerin takas değeri, para
denilen tepedekilerin basıp-çoğalttığı bir değer-yargısına göredir (statik
sistemin köleleştirme etkisi).
Varlıkları
yönlendiren güç enerjiyle oluşur. Peki enerji nerededir veyahut kimdedir?
Statik sistemli doğa görüşünde güç, dolayısıyla enerji tepededir,
sahiptedir. Tarih boyunca çoğu kral veya sultan kendi adına para
bastırmış ve bu şekilde güç ve kuvvetin kendinde olduğu sinyalini vermiştir.
Bağımlılık tepeye olunca, para denilen ve toplum hayatında hizmet-alışverişini
sağlayan unsur da tepedekilerin elinde olur. Dünya genelinde gerçekleşen
hizmet-alış-verişlerinde kullanılan “para” biriminin denetimini elinde tutan,
dünyayı yönetme-yönlendirme fırsatına kavuşur ve uluslar-arası düzeyde
güç-savaşları başlar. Eskiden sadece krallar veya sultanlar tarafından
sömürülen halk, bu defa uluslar-arası-para-babaları tarafından da sömürülmeye
başlanır. Çünkü hizmet alış-verişlerinde kullanılan “parayı” basıp-çoğaltanlar
(krallar veya uluslar-arası-bankacılık-sistemleri vs.) hiçbir hizmet
üretmeden üretilen hizmetlerin takası sırasında anormal kazançlar
sağlamaktadır. Tüm bu işlemlerde ise hep en tabandaki halk soyulmaktadır. Ve bu
uyutulmuş zavallılar kesimi hala uyandırılmaya karşı direnç göstermektedir,
çünkü bilinç-altlarında böyle şartlandırma vardır.,
Statik sistemde
güç, yani yönlendirici (Allah veya doğal seçici), “en üst-sistemde” tepededir.
Dolayısıyla toplum hayatının enerji-birimi = kanı olan “PARA” da tepedekilerin
denetimindedir.
• Para
ile yöneticiler yönlendirilir,
• Din
adamları çıkarları (para) uğruna halkını uyutur,
• Güvenlik
güçleri maaşlarını tepeden aldıklarından, tabandaki halkın çıkarlarını değil,
tepedekilerin menfaatlerini gözetecek şekilde halkı baskı altında tutar,
• Paranın
halka dağıtımında denge yoktur, çünkü denge ancak karşılıklı etkileşimin
bulunduğu sistemlerde oluşabilir. Dengesizlik hat safhaya ulaşınca,
ayaklanmalar, darbeler, vs. ile tepedekiler değiştirilir, (yani “düzenler”
değiştirilirler ama “düzülenler” hep aynı kalırlar).
• Bu
kısır döngüden kurtulmanın tek yolu vardır: O da “Allah” kavramını doğadaki
dinamik sistemli işleyişe göre yorumlamak ve dincilerin çifte standart
uygulayarak, kah kuantsal sistemli (tabana, karşılıklı etkileşimlere dayalı)
bir güç sistemini, tepeden emir verici (harici bir güç) olarak yorumlayarak
halkı uyutmasına engel olmaktır.
• Bu
görev bilim-insanlarının yapması gereken bir görevdir, ama onlar da statik
sistemle zombileşmiş olduklarından ateist-agnostik, vs. gibi, bilgiye dayalı
olamayan görüşlerde ısrarlı olduklarından, yaratılışçılarla olan tartışmalar
“sidik yarışına” döner ve yukarıdaki kısır döngü devam eder.
• Doğadaki
etkileyici-yönlendirici gücü tepeye koyarsanız kul-köle olmaya mecbursunuz.
Halk,
maaşı kesilirse:
●
borç taksitlerini ödeyemeyeceği;
●
ailesinin masraflarını karşılayamayacağı gibi korkular içinde tepedekilere
kulluk yapmaya devam etmektedir.
Devletin
yönetimini elinde bulunduranlar, dinsel, siyasi ve ekonomik baskı araçlarıyla,
korkuya dayalı eğitimle, tepeye bağımlı olmaya şartlanmış nesiller
yetiştirmektedirler. İnsanlığın sorunlarından kurtulmasının tek yolu, doğadaki
oluşum ve gelişimlerin statik sistemli (yani tepeye bağımlı) değil, tabana ve
tabandaki öğelerin (insanların) karşılıklı anlaşıp-uzlaşmalarına dayalı olduğu
gerçeğidir.
Paranın
kontrolü tamamen tepedeki zenginler-kulübünün elinde ve denetimindedir. Toplum
hayatı, zenginler-kulübü tarafından etkilenip-yönlendirilen “siyasetçilerle”
yönlendirilir. Siyasetçilere neleri nasıl yapacakları ise, hep “tepedekiler”
tarafından dikte edilmiştir. Bak: http://tanriyianlamak.blogspot.com.tr/2016/01/kuantlardan-altna-paralara.html
Halk,
yönetimi elinde bulunduranlarca yanlış hedef gösterilerek zombileşmiş
olduklarından, insanlar toplum oluşturamamaktadırlar. Çünkü yöneticiler, toplum
oluşturma erkinin, halkta değil, tepedeki efendilerde olduğu şeklinde bir
hedef göstermektedirler. Toplum, biz çalışıp-üretenlerin hizmetleri-ürünleriyle
oluşturulup-sürdürülen bir yaşam tarzıdır. Sahipliği bize aittir.
Toplum
hayatında insanların hedefi “para” olmaktadır. Çünkü toplum hayatının enerji
birimi “para”dır. “Paranın” kontrolü tepedekilerin-zenginlerin elinde olunca,
para peşinde koşan insanlara her türlü kötülüğü yaptırmak mümkün
olmaktadır. Bu ise insanlığın yaptığı en büyük yanlışlıktır.
Doğa dinamik
sistemlidir ve her şey karşılıklı etkileşimle oluşmaktadır, her şey tabana
dayalı olmak zorundadır, çünkü enerji denilen faktör, hep tabandadır, tepede
bir enerji gücü yoktur. Her varlık çevresiyle bağımlılık içinde olduğu için
etkileşim gereklidir. İnsanlar arası etkileşim ise, sundukları hizmete
endekslidir. İnsanlar sundukları hizmetin karşılığının belirlenmesinde (yani
takas işleminde) bizzat devrede olurlarsa, gerçek bir toplumsal ortaklık
oluşur.
Tüm geleneksel
sistemlerde her şey, tepedekilerce belirlendiğinden, adil bir hizmet-alış-veriş
sistemi sağlanamamaktadır. Halk ise bu gerçeğin farkında olmadığından, kendisine
zarar veren bu sisteme bağlılığa inatla sahip çıkmaktadır. Sorunlardan kurtulmak, “para” denilen köleleştirici faktörü ortadan
kaldırmakla; “para” faktörünü ortadan kaldırmak ise, doğadaki yönlendirici
gücün, içlerimizdeki kuantsal öğelerde olduğunu anlamakla mümkündür. Huzurlu
bir toplum, her insanın toplumu karşılıklı bir hizmet alış-verişi ortaklığı
olarak görmesiyle mümkün olacaktır. Bu ise tamamen bir eğitim
sorunudur. Çözümü ise çok basittir: Statik (Tepeye Bağımlı Örgütlenme =
TBÖ) sisteminin zararlarını görüp, bu zararları yok edici dinamik sisteme
geçmek!
Eğitilmemiş
kişi en azından bilgisiz-cahil olduğunu bilir ve esnek davranır. Olan
bitenlerin yararına mı zararına mı olduğuna göre karar verir. Ama yanlış
bilgiyle donatılmış ve o bilgilerin doğruluğundan da şüphelenmemesi gerekliliği
ile şartlandırılmış insanlar, cahillikten öte, zır-cahilleşirler. Çünkü
mantıklı çözümlere de karşı çıkarlar ve zararlarına olan bir durumda ısrar
ederler. Zira, insanlığın tüm toplumsal sorularını çözen DOM-sistemi mutlu bir
yaşam sistemi sunarken, hala kendilerini köleleştiren bir sistemde ısrar etmek,
zır-cahillikten başka bir şeyle açıklanamaz.”
Tepeye
bağımlılığın, zenginler kulübünün kuklası olarak yaşamanın temelleri, dinsel
öğretilerle atılmıştır ve hala da sürdürülmektedir. Bu videoyu yapanların kötü
niyeti burada gizlidir: çünkü video, dinsel görüşü teşvik edici “Deccal’in
Temelleri” başlığı ile başlamakta ve “Allah’ın izniyle devam edecektir”
cümlesiyle son bulmaktadır.
Yani tepeye
bağımlı olmanın (tepedeki bir zenginler kulübünce yönetilmeye mahkum olmanın)
ilk adımı, dinsel öğretilerle atılmıştır. Bu video da bu dinsel görüşü
destekleyici- pekiştirici bir beyin yıkaması yapmaktadır.
Kul-köle
olmadan, sömürülmeden özgürce yaşamak istiyorsanız, uyanmak zorundasınız.
Değerli anneler
ve babalar; çocuklarınızı zihinsel olarak zehirlediğinizi ne zaman fark
edeceksiniz?
Çocuklarını
“Zihinsel zehirlenme” ortamından kurtarmak için ülkemizi terk eden
vatandaşların sayısının gittikçe arttığını biliyor musunuz?
1.2. Önyargılardan,
şartlanmalardan kurtulup, hedef belirlemek:
• Cennet-Cehennemli
veyahut Kaotik bir SON mu,
• yoksa
“Bilgiye” dayalı, her gün yeniden doğup-düzenlenen bir doğa mı?
Öyleyse, önce
amacımızı belirlememiz gerek: Statik sistemin gereğine uygun cennet-cehennem’li
(veyahut kaotik) bir son mu; yoksa her gün yeniden doğup-düzenlenen bir
doğaya uyumlu bir hayat mı?
2. Adım: Bilgi
Oluşturmanın Önemi-1
“Cennet-Cehennemli – veyahut- Kaotik bir SON mu, yoksa “Bilgiye”
dayalı, her gün yeniden doğup-düzenlenen bir doğa mı?” hedeflerinden birisinin
seçilmesi söz konusuydu. Seçim hangi bilgiye dayanarak yapılmalı?
Bilgi
faktörünün, varlıkların kimyasal bileşimlerinde kayıt altına alınıp, bu
bileşimlerin de kopyalanarak nesilden nesile aktarılması şeklinde de
çoğaltılıp-devam ettirildiği canlılar aleminin DNA-RNA’lı genetik yapısının
çözülmesiyle ortaya konmuştur.
Şekilde bir
canlıya ait genetik DNA kodlaması görülmektedir. Bu kodlama o canlının bedenini
nasıl oluşturacağı, böcek mi, fare mi, kaç kollu, kaç parmaklı, vs gibi tüm
bilgileri içermektedir.
Kodlama
sayfasında görüldüğü üzere tüm kitapçık, A=Adenin ile T=Timin; G= Guanin
ile C=Cytosin (sitozin) adı verilen 4-harften oluşmaktadır. Bu dört harf
aslında iki harf ile de ifade edilebilir, çünkü, sarmal birbirinden
ayrıldığında, ya (A), ya (T) (veyahut C veya G) şeklinde ayrımlaşırlar. Yani A
mutlaka T ile, G mutlaka C ile eşleşmek zorundadır. Dolayısıyla iplikçikler
birbirlerinin negatif-kopyası gibidirler.
Canlılar
alemindeki tüm bilgiler nükleotid denilen bu dört harften oluşan SÖZCÜKlerle
yazılmaktadır. SÖZCÜKler bu harflerin 3lü kombinasyonlarında oluşurlar ve
amino-asit olarak tanımlanmışlardır.
Yani doğadaki
tüm canlı varlıklar bu dört harfin farklı kombinasyonlarından oluşmaktadır. Bu
üç-harfli sözcüklerden bazıları, örn. ATG (methionin) BAŞLAT komutu
anlamını taşırken; bazıları, örn. TAG, “STOP = DUR” anlamı taşır. Bu şekilde,
devam eden tüm harfler 3’er, 3’er yazılarak, yapılacak işlemler tarif
edilirler.
SÖZCÜKler
(aminoasitler) ile oluşturulacak ifadeler, farklı protein türlerine denk
gelirler. Her protein, farklı bir işlev görür, kimisi örümcek ağı yapacak
iplikçikler oluşturur, kimi tırnak gibi sert maddeler, vs.
Şimdi tüm
canlılar aleminde kullanılan bu 4-tmel “harfi” tanıyalım. Harflerin nelerden
oluştuğuna bakıldığında, bunların karbon (C), hidrojen (H), oksijen (O), azot
(N) gibi temel kimyasal elementlerden oluştukları görülmüştür.
Yani tüm
canlılar, kimyasal elementlerden oluşmuş bir dil kullanmaktadırlar.
Hücrelerimiz birer mükemmel kimyagerdirler; enerji yoğunluğunu ve çevredeki
sinyalleri algılayabilen birer mükemmel fizikçidirler; enerji kaynaklarının
doğadaki hangi varlıklarla ilişkili olduğunun farkında olan ekoloji, biyoloji,
jeoloji gibi doğa-bilimlerine hakim varlıklardırlar.
Hücreler,
genetik veya eğitsel olarak bedenlerde oluşturulan protein gibi
moleküllere bakarak davranışlarını tayin ettiklerine göre:
Varlıkları bilinçsiz ve bilgisiz birer robot olarak kabul eden;
Bu dünya yaşamını fani, başka bir dünyadaki yaşamı ebedi kabul eden;
Tapu gibi tepeden devredilen toprak, fabrika, vs sahipliği gibi
ayrımcılıklarla, doğadaki ekolojik sistemie ters davranışlara sebep olan;
Dinamik sistemli hayat görüşüne tamamen ters, mantıksız diziler,
romanlar, filmler vs yaparak halkın davranışını yanlış yönde etkileyen;
Kadınlara ikinci sınıf vatandaş muamelesi yapan ;
Toplum yönetimini tepedeki bir zümrenin yöneticiliğine terk eden;
Vs.
türlerde davranışlarda bulunan insanların sinaps-yapılarındaki proteinler hangi
çevresel faktörler etkisiyle oluşturulmuşlardır?
Bu
tür davranışlarda bulunmayı tetikleyen proteinler, hangi hayat görüşünün
ürünüdür?
Hücrelerimiz
birer mükemmel doğa-bilimci iken, biz insanların, doğa-bilimlerini temel alan
bir eğitimle değil de, başka “sözde bilimlerle” eğitime ağırlık veren nesiller
yetiştirmesi, bindiği dalı kesen bir insanın davranışının aynısıdır.
3. Adım: Bilgi
Oluşturmanın Önemi-2
Jeolojik ve
astrofiziksel verilere göre ortaya çıkan zaman olgusu şu konularda çok önemli
sonuçlar ortaya koymaktadır:
• 1-
Evrenimizin başlangıçta enerji-kümelerinden oluşan yoğun bir plazma olduğu;
• 2-
Her şeyin BİLGİ ile oluşturulduğu;
• 3-
BİLGİ düzeyinin ZAMAN içinde geliştiği, doğa ve dünyamızın evrimsel bir gelişme
içinde olduğu; kesin bir şekilde görülmektedir.
Günümüz
dünyasını oluşturan tüm varlıkların evrenimizin başlangıcında enerjiye
dönüşmüş halde bulunduğu anlaşıldığına göre, zamanda geriye yolculuk, doğada
bir recycling = geri-dönüşüm olayına denk gelir. Zamanda ilerleme ve günümüze
geliş ise, bilgi-artışına dayalı bir değişim-dönüşüm sürecidir. Bu
değişim-dönüşümler ise, atom-altı-öğelerin birleşmeleri şeklinde olmuştur. Peki
birleştirici kuvvet nasıl ortaya çıkmıştır? İki insanı bir araya getiren kuvvet
başka, iki atomu bir araya getiren kuvvet başkadır.
Kuvvet
dediğimiz varlıkları hareket ettiren faktör, enerjinin bir yerden bir yere
akması sonucu oluşur. Enerji akışı ise, enerji-gradyanı oluşumları sonucu
gerçekleşir. Gradyan terimi “azdan-çoğa veya çoktan-aza” şeklinde bir dereceli
dağılım olgusu için kullanılır. Rüzgar kuvvetinin, sıcaklığın ve basıncın çok
olduğu yerdeki moleküllerin, basınç ve sıcaklığın az olduğu yere
yönlendirilmesi şeklinde oluşması gibi.
Enerji-gradyanı,
doğadaki varlıklarda gözlenen anizotropi terimiyle tanımlanan bir özelliği
yansıtır.
“İzotrop olmayan” anlamına
gelen anizotropi terimini anlamak için şunu düşünün: Doğada her yer
düz değildir, bazı yerler sarp, bazı yerler az eğimli,
bazı yerler düzdür. Böyle bir arazideki bir noktadan her dört yöne doğru
birer ekibin yola çıktığını düşünün. Aynı hızda olan bu
ekiplerin 5 saat sonra ulaştıkları mesafeleri bir harita üzerine
işaretleyecek olursak, bazı yöndeki ekiplerin çok uzun, bazılarının çok kısa,
bazılarının orta değerde bir mesafe kat edebildikleri ortaya çıkar. Yani
varlıkların hareketleri çevre koşullarına göre değişir.
Doğadaki tüm
varlıklarda böyle anizotropik özellikler vardır ve içlerinden geçen enerjiyi,
radyasyonları, vs., değişik yönlerde değişik hızlarda ileterek, kutuplaşma
oluşumlarına yol açarlar.
Enerji gradyanı
sistemi, atom-altı-öğeler dünyasının temelinde vardır ve tüm kuvvetler bu
enerji-gradyanlarına göre oluşmaktadır. Örn. proton ve nötronu oluşturan
quarklar, (up ve down quarks) mavi-kırmızı-yeşil terimleriyle simgelenen
enerji-gradyanları sayesinde bir-birlerine çekilmekte ve güçlü-kuvvet denilen
doğadaki en etkili etkileşim sistemini oluşturmaktadır. Elektro-manyetik
etkileşim veya kuvvet, elektron-pozitron enerji-gradyanı sistemiyle
oluşmaktadır.
Atom-altı-öğelerin
birleşmeleriyle oluşan atomlar aleminde de enerji-gradyanları vardır. Kimyasal
elementlerin periyodik tablodaki yerleri, çok belirgin anizotropik özellikler
gösterirler, yukarıdan aşağı inildikçe sütünlarda, elekro-pozitiflik artar,
elektro-negatiflik azalır. Soldan sağa sıralarda ilerledikçe,
elektro-negatiflik artar.
Moleküllerde de
anizotropik özellikler vardır: Hücrelerimizin temel yapı-taşları olan
amino-asitler bir çok farklı anizotropi gösterirler: hidrofob (suya düşman) ve
hidrofil (suya dost), proton-verici, proton-alıcı, vs. gibi çok çeşitli
kutuplaşama gösterirler. Amino-asit kümeleşmelerinden oluşan proteinler,
peptidler, vs. yine çok farklı anizotropik özelliklere sahiptirler.
Her türlü işlem
veya oluşum mutlaka enerji gerektirir. Tüm enerjilerin kökenini ise kuantlar,
örn. fotonlar oluşturur. Fotonların maddelere bağlanmasının en güzel örneği
fotosentez olayında görülür. Fotosentez olayında, bitkilerin yapraklarında
bulunan kloroplastlar, bir fabrika gibi işlem yapar ve eşitliğin sol tarafından
aldıklarını, sağ tarafındaki ürünlere dönüştürür.
Bu eşitliğin
sol tarafındaki madde miktarı ile sağ tarafındaki madde miktarı aynıdır. Ama
enerji içerikleri farklıdır. C6H12O6 olarak gösterilen glikoz
molekülü güneşten gelen fotonları depolamıştır. Bu molekülü oluşturan H, O ve C
atomlarının bağlantı sistemleri H2O ve CO2. moleküllerini oluşturan H, O ve C
atomlarındakinden farklıdırlar. Görüldüğü üzere, enerji, maddeye bağlanmış
durumdadır. Güneş enerjisini maddeye dönüştüren bu bitkiler değişik bir enerji
türü kaynağı oluştururlar. Bu glikozu yiyen hayvanlar, temel enerji birimi olan
kuantları (dolayısıyla fotonları) protein gibi başka bir madde içinde bir araya
getirirler. Bu şekilde kuantsal enerji et denilen bir başka madde içinde
depolanmış olur.
Bu enerji
aktarımı bu şekilde devam eder ve her yeni oluşturulan madde, enerjiyi başka
bir “madde bileşimi” şeklinde depolamış olur. Her farklı maddenin farklı rengi,
farklı kokusu, farklı tadı vardır. Bu farklılıklar farklı çekim güçleri
oluştururlar. Ve tüm bu farklı çekim güçleri temelde belli sayıda (h)
kümeleşmelerinden oluşurlar. Farklı kuvvet türleri bu şekilde enerjiden
oluşurlar.
Her canlı,
hayatının devamı için enerjiye muhtaç olduğundan ve ana enerji kaynağını da
bağımlı olduğu belli canlı türleri (veya foton türleri) oluşturduğundan, neyin
neye bağımlı olarak oluşup geliştiğinin kayıtlarını sürekli olarak tutmak
zorundadır. Bu şekilde information & self-organisaton olarak özetlenen
dinamik sistemli doğa ortaya çıkmış olur. Buradaki “bilgi = information”
kavramı, enerjinin nerden nereye akacağını gösterir ve varlıkların
fiziksel-kimyasal yapılarında kayıtlıdır. Yani doğada her yeni bir varlık
oluşturulduğunda, daha önce var olan her varlık, o yeni varlığın yaydığı
sinyali algılayarak, o varlıkla etkileşim içine girer.
Doğadaki kuvvet
oluşumları, yani enerjinin nerden nereye akacağını gösteren faktör, anizotropi
dediğimiz yapısal-dokusal özelliklerle sağlanır ki, buna başka bir ifadeyle
bilgi oluşturma denir. Yani bilgi, maddelerin yapısal-dokusal durumlarında
değişiklikler yapılarak, enerji akış güzergâhlarını belirleme işlemidir.
Kimyasal
bileşimin ve yapısal dokunun değiştirilmesi, varlığın çevresindeki
değişim-dönüşümleri algılayıp, ona uygun olacak şekilde kendi yapısında
(bileşiminde) değişiklikler yapması şeklinde olur ki, bu da “information &
re-organisation = bilgilen ve yeniden-örgütlen) olarak özetlenen dinamik sistem
oluşumu sonucudur. Yani “bilgi”, kimyasal yapıya ve fiziksel dokuya yansıtılır.
Varlıkların yapısına yansıtılan bilgi, kutuplaşma veya anizotropik
(sıcak-soğuk, artı-eksi, erkek-dişi, vs gibi) özellikler oluşturarak, enerji
akışını yönlendirir. Yapının değişmesiyle varlığın görüntüsü değişir,
görüntünün değişmesi zaman olarak ortaya çıkar. Dolayısıyla, bilgi + kimyasal-bileşim
+ fiziksel-doku + enerji + zaman faktörleri birbirleriyle iç-içe
kavramlardır.
Doğada her şey
sürekli değiştiği için, insanı oluşturan hücreler de insan beynini, “çevrende
neler olup-bitiyor, bunları araştır da, ona göre işlem yapılsın” mantığıyla,
muazzam senaryolar üretecek şekilde oluşturmuşlardır. Çevre koşullarına
uyabilmek için canlılar farklı taktikler geliştirmişlerdir. İnsan hariç diğer
tüm canlılar daha iyi koku-alma, daha iyi-görme, daha hızlı koşabilme gibi
yeteneklerini geliştirmeye ağırlık vermişler ve bu yönleriyle doğaya uyumlu
olmaya çalışmışlardır. İnsanı oluşturan hücreler ise, tüm bu alanlardaki
yeteneklerinden feragat ederek, doğada neler nasıl oluyor, bunları nasıl takip
edip, onlardan yararlanabilirim gibi “yorumlama” yeteneğine yatırım
yapmışlardır. Bedeni oluşturan hücreler, değişim-dönüşüm içindeki bir doğada
yaşandığının öylesine bilincindedirler ki, zaman içinde çevrelerinde birçok
şeyin değişebileceğinin farkında olduklarından, beyin-denilen yönlendirici
sistemin hücrelerini sabit-değişmez olarak değil, sürekli değişip, çevre
faktörlerine uyum sağlayacak bir yetenekle donatmışlardır. Bu yeteneğe
“Neuroplasticity” denir.
İnsan
hücrelerinin bilgi oluşturmaya verdiği bu önem nedeniyle, insanlar hayvanlar
kadar koşamaz, onlar kadar iyi koku alamaz, onlar kadar iyi göremez vs., ama
onlardan çok fazla hayal kurar ve bir-iki veriden giderek binlerce senaryo
üretebilirler. Ve üretmektedirler de.
Arılar,
karıncalar, mercanlar, bryozoa gibi “böcek, hayvan” dediğimiz birçok canlı,
mükemmel koloniler (toplumsal ortaklıklar) oluşturmuşlarken, kendisini en
akıllı-ve bilgili yaratık olarak gören “insan” dediğimiz yaratık neden iyi bir
toplumsal sistem oluşturamıyor?
Bilgi sahibi
olunmadan, fikir sahibi olunmayacağını kabul ediyorsanız önce hayat nedir?
Doğada bir şey nasıl oluşturulmaktadır? Arılar-karıncalar güzel toplumsallaşma
ortaya koymuşken, neden insan dediğimiz kendini en akıllı sanan yaratık bu
konuda başarısızdır? sorusunun yanıtını arayarak başlamalısınız.
Hücrelerimizin
bizleri donattığı bu hayal kurma – yorumlama -
bilgi-oluşturma yeteneğinin temel amacı, toplumsal ve ekolojik
sorunlarımızın çözümüne yönelik olmak zorundadır. Toplumsal ve ekolojik
sorunların nedenini ve çözümünü içermeyen görüşlerin hiçbir değeri yoktur,
onlar kişisel hayallerden öteye bir değer taşımazlar. Günümüzde
bilim-insanlarının ürettikleri düşünce ve fikirlerin çoğu “toplum ve ekolojik
sorunlarının çözümüne yönelik değil, Statik sistemli (tepeye bağımlı)
hayat görüşüne uygun düşünceler” oluşturmaktan ileriye gitmemektedirler, hatta
tüm toplumsal ve ekolojik sorunların kaynağını oluşturmaktadırlar; çünkü
dinamik sistemli bir doğada yaşadıklarından ve dinamik sistemlerin nasıl
oluşup-geliştiğinden hala habersizdirler.
Hayali
senaryolar üretmek başka şeydir, doğada sürekli değişen çevre koşullarını
algılamak ve o değişimlere göre kendine bir yön vermek başka şeydir. Doğal
sistemde önemli olan, çevredeki değişim-dönüşümleri algılamaktır, çünkü
insanların ihtiyacı olan şey, çevresindeki enerji ve kuvvet dağılımlarının
(yani varlıklardaki değişim-dönüşümlerin) nasıl olduğunu saptaması ve ona göre
geleceğini planlamasıdır. Bizler gelmekte olan bir felaketi (bir depremi, ani
bir fırtınayı, vs) algılayıp canımızı kurtaramazken, diğer canlılar bu konuda
başarılı olabilmektedirler. Peki kim daha bilgili ve bilinçli? İşe yaramayan
binlerce senaryo üreten bir beyin mi, yoksa az hayal ama çok gerçekçi hesaplama
yapabilen diğer canlılar mı?
Hayat = Ömür;
ve ömür ise ZAMANın bir dilimidir. Zaman kavramının anlamını çözen, hayatı da
anlamış olur. Hayatın anlamını, neden doğum-ölüm döngülü olduğunu bilmiyorsanız,
ürettiğiniz fikirlerin hiçbir değeri yoktur, çünkü ne için yaşadığınızın
bilincinde değilsinizdir.
Doğa ve
dünyamız dinamik sistemlidir, ve dinamik sistemde etkileyici-yönlendirici güç
varlıkların içsel bileşenlerindedir. En temeldeki içsel bileşen ise atom-altı
öğelerden oluşan kuantsal sistemdir. Kuantsal enerji her zaman en ekonomik,
en-iyi yapılaşmalara göçtüklerinden, varlıklar sürekli yeni bilgiler
oluşturarak (yani yapısal durumlarını değiştirerek) enerjinin kendilerine
akmasını sağlayacak şekilde davranırlar, bu nedenle de tavuk-yumurta döngüsü
şeklinde, sürekli parçalarına ayrışıp, yeniden doğarlar.
Bilgi ve mantık
varlıkların sorunlarına çözüm bulma yeteneği olarak tanımlanabilinir. Kafanıza
yerleştirdiğiniz bilgiler ve mantığınız sağlamsa, doğadaki oluşum ve
gelişimleri “doğru” değerlendirirsiniz ve uygun çözümler bulup, sorunlarınızı
çözersiniz. Ama kafanıza yerleştirilmiş bilgiler yanlışsa, mantığınız o
yanlış bilgilerden etkileneceğinden, hep yanlış kararlar alırsınız ve sorunlarınızı
çözemezsiniz.
DOM-sistemi
bilgileri dinamik sistemli olduğundan, tüm sorunlarımızın statik sistemli
düşünce ve davranışlardan (yani tepeye bağımlılıktan) kaynaklandığını açıkça
ıspat ediyor ve dinamik (yani tabana dayalı) sistemli görüşle tüm sorunların
ortadan kaldırılacağını net delillerle ortaya koyuyor.
Statik sistemli
görüş sahiplerinin toplumsal sorunlarımın nedenini ve çözümünü içeren bir
görüşleri varsa, buyursunlar, DOM dosyasında gösterildiği gibi, 5-6 sayfalık
bir yazıyla ortaya koysunlar. Böyle bir çözüm formülü içermeyen görüşler,
hayali senaryolar olmaktan öteye bir anlam taşımazlar.
4. Adım:
Oluşturulan bilgiler uyumlu olurlarsa üst-üste çakışır, güçlü bir bağ oluşur.
Toplumsal
sorunlarımız hepimizin ortak sorunudur. Ve bu sorunlardan kurtulmak “ortak bir
toplumsal görüş= informator” oluşturmakla olasıdır. Kimimiz dinsel, kimimiz
ırkçı, kimimiz Marksist, kimimiz Atatürkçü, kimimiz maoist, vs gibi parçalara
bölünüp, ayrı tellerden çalarsak, asla bir toplumsal mutabakat sağlayamayız.
Çünkü bilgiler üst-üste çakışmaz, rezonans oluşmaz.
Sorunlarımızı
çözmek için bir araya gelmemiz gerekirken, geyik sohbetleri yapmak için bir
araya geliyoruz. Hayatımız futbol izlemek, evlilik programları, pembe diziler
izlemekle geçiyor. Bizler burada çok genel, çok yeni bir bakış açısıyla
hayata ve toplumsal sorunlarımıza bakmak zorundayız, yoksa karşılıklı kısır
çekişmeler içinde boğulup-gideriz.
Benim bir grup
içinde insanlarla bir araya gelip, fikir alış-verişlerinde bulunmaya çalışmamın
tek bir amacı vardır: toplumsal sorunlarımıza bir çözüm bulmak.
Fizikçiler
biyologlar başta olmak üzere, insanların zaman kavramını hiç anlayamadıklarını
fark edersiniz. Ömür veya hayat, zamanın bir dilimidir. “Zamanın” anlamını
bilmiyorsanız, hayatın anlamını da bilemezsiniz. İnsanlarının anlayamadıkları
nokta budur. Evet, atalarımızın “ruh” dediği canlılık,
“enerji-madde-bilgi-düzeyi” arası etkileşimlere göre sürekli gelişip-değişen
bir değişim-dönüşüm mekanizmasıdır. Hiçbir varlığın sonsuz bir ömrü yoktur, bu
nedenle hayat “doğum-ölüm-döngüsü” üzerine oturtulmuştur. Zaman ise bu
ömür-döngülerinin ardalanmasıdır ve bilgi-düzeyindeki değişimlere göre
gerçekleşmektedir.
Bizler sürekli
değişim-dönüşüm içindeki dinamik bir doğada yaşıyoruz ve dinamik sistemlerde
her şey, varlıkların karşılıklı etkileşimleriyle ve rezonans oluşturmalarıyla
gerçekleşiyor. Toplumsal sistemimiz A'dan Z'ye bozuk, çünkü tüm geleneksel
sistemlerde Doğa statik sistemli olarak düşünülmüş. Statik sistem hep tepedeki
birilerince yönetilmeyi öngörür. Onun için hep bir kurtarıcı beklenir. Halbuki
doğal sistemde kurtarıcılar yoktur, varlıklar kendi aralarında
anlaşıp-uzlaşmalarına dayanarak, sorunlarını birleşerek çözerler. Tepeye
oturarak, halkın sırtından geçinen “kutsallık postuna” bürünmüş kişilerin tüm
toplumsal sorunların kaynağı olduğu, belirtilen makalede zaten net bir şekilde
gösterilmişti. O verileri görmezden gelerek hala lider peşinden koşanların
tekrar mantıklarını sorgulamaları gerekir.
Bilgi ve mantık
sorunlara çözüm bulma yeteneğidir. Kafanıza yerleştirdiğiniz bilgiler doğru ve
mantığınız sağlamsa, doğadaki oluşum ve gelişimleri “doğru” değerlendirirsiniz
ve uygun çözümler bulup, sorunlarınızı çözersiniz. Ama kafanıza yerleştirilmiş
bilgiler yanlışsa, mantığınız o yanlış bilgilerden etkileneceğinden, hep yanlış
kararlar alırsınız ve sorunlarınızı çözemezsiniz.
Anlaşıp-uzlaşmak
zorundayız, çünkü toplum bir ortak yaşam sistemidir. Ortaklığın kurallarını da
ortakların koyması gerekir. Ama şimdiye dek kurallar hep tepedeki
birlerince oluşturulmuştur. İlk anlaşma sağlanması gereken nokta budur: toplumunuzun
kuralarının tepedeki birilerince saptanmasından yana mısınız, yoksa kendinizin
diğer insanlarla karşılıklı anlaşıp-uzlaşmanızla mı?
Bizler
toplumsal sorunlarımızı kendimiz çözmek zorundayız, kimse uzaydan gelerek bu
işimizi yapacak değil. Tepeden bir kurtarıcı-lider beklemek ise en büyük hata,
çünkü doğadaki hiçbir olay, tepeden gelecek bir” yapılsın” emriyle
olmamaktadır. Doğadaki her şey, alt-sistem – üst-sistem ilişkili olarak
oluşup-gelişmektedir. Yani atomlar molekülü oluştururlar, moleküller atomları
oluşturmaz. İnsanla toplum arasındaki ilişkide de aynı kural geçerlidir.
Toplumsal sistemin kurallarını biz insanlar oluşturmak zorundayız.
Doğa sürekli
değişim-dönüşüm içinde olduğundan, 2018 yılının insanları olarak bizler, bu
günün koşullarına göre düşünüp-davranmak zorundayız. 200 yıl öncelerinin
at-arabalarını, kağnılarını oluşturan moleküller, artık uçak, bilgisayar gibi
çok farklı varlıklar olarak bizlerle etkileşim içindeler ve ether dediğimiz
etkileşim-sinyalleri artık tamamen farklı. 2-3 bin yıl (hatta 70-80 yıl) önceki
dünya koşullarına göre fikirler üretmiş atalarımızın düşüncelerini örnek alacak
şekilde davranmak, günümüz koşullarına uygun bir davranış için uygun değildir.
Onun için Siyonist, İslamcı, maksist, …cü, …cı, vs. türde, geçmişte yaşamış
insanların görüşlerine bağlı kalınarak toplumsal mutabakat sağlanamaz.
Her birey, bugünün
koşullarına göre kendisi bilgi edinip, toplumunu sahiplenmek zorundadır. Ama
ülkemizde 50-60 yıldır, felsefe-mantık gibi özgürce bilgi edinilecek yollar
kapatılmış olduğundan, bizim şu anki toplumsal davranışımız, özgürce, kişiye
has bilgi oluşturulabilmesini olanaksızlaştırmıştır. Bu nedenle, az sayıda
sağlam mantıklı insanımızın örnek davranış göstererek, böyle bir girişimin
öncülüğünü yapması gerekmektedir.
Toplumumuzda
statik sistemli hayat görüşüne dayalı bir eğitim verilmektedir. Bu sistemde,
doğadaki etkileyici-yönlendirici gücün tepedeki kutsal bir kaynağa dayalı
olduğu belirtilir. Dolayısıyla, insanlar pasif kalıp, tepeden gelen bu yönlendirmelere
uyması öğretilir. Yıllardır “Toplum nasıl oluşturulur?” konusunda yazılar
yazıyor ve katılımcılarla sorunlarımızın çözümü yolunda bir adım atılmasını
umuyorum. Yüzlerce katılımcının bulunduğu gruplarda sunulan öneriyi beğenen
sadece %10luk bir kesim oluyor.
Yani toplumsal
sorunlarımızın çözümü için bir araya gelen 100 kişiden 10’u uzlaşabiliriz
mesajı veriyor, %90’ı tepkisiz, pasif kalıyor. Katılımcıların %90nın pasif
kalıp, sadece %10nun öneriye destek vermesi, bizim toplumumuzdaki gelenek-görenek,
eğitim-öğretim, vs.nin tamamen negatif yönde olduğu gerçeği ile karşılaşırız.
Negatif yöndeki bu gidişatın pozitif yöne döndürülmesi ise, üzerinde
yaşadığımız doğa ve dünyanın “dinamik sistemli” olduğu ve dinamik sistemde de
tüm varlıkların bizzat aktif olmaları zorunluluğu gerçeğini fark etmek ve
uygulamaya koymaktan geçer.
Başka bir çözüm
önerisi (görüşü) olanların görüşlerini ortaya koymalarını ve karşılıklı olarak
konuşup bir çıkar yol bulmamız gereğini tekrar vurgularken, tüm arkadaşların,
çocuklarımızın geleceği adına pasif kalmaktan vazgeçip, toplumumuzun
oluşturulması ve sahiplenilmesine katılmalarını beklerim. (Daha ne kadar
beklenilecekse!)
İnsanlar
birbirlerinin hizmetlerine muhtaç oldukları için bir araya gelip, toplum
oluştururlar. Dolayısıyla, toplum insanlar arası bir etkileşim sistemidir.
Toplumdaki etkileşimler, insanların ürün veya hizmetlerinin karşılıklı takasına
dayanır. Bu takas işlemleri, hizmet üreticilerinin karşılıklı ilişkileriyle
oluşturulması gerekir. Halbuki günümüzde tüm toplumsal işler,
yasalar-yönetmelikler devleti (yönetimi) ele geçiren tepedeki dar bir zümreye
(hatta tek otoriteye) terk edilmiştir.
• Halkın
duyarsız kalmasının temel nedeni, “doğadaki oluşturma işleminin” varlıkların en
temel bileşenleri olan atom-altı öğelerce başlatılıp, sürdürüldüğü gerçeğini
anlayamamalarından kaynaklanır. "Bilim adamı ve aydın kişiler"
denilen kesim de, bu konuda statik-sistemli görüşe göre davranıp, toplumların
liderlerce yönetilmesi yönünde davranınca, olan halka olur.
• Amaç
ve hedef belirgin olmadıkça, kuvvetlerin odaklanması kaybolur, enerji boşa
harcanır. Onun için temel amaç ve hedef çok belirgin olmalıdır. Hedefimizin ne
olması gerektiği konusunda üzerinde anlaşıp-uzlaşmamız gereken temel nokta
şudur:
1- Doğada
bir denge ve düzen vardır. Atalarımız bu denge ve düzen oluşturucu gücü “Tanrı
veya Allah” olarak tanımlamıştır.
2a- Doğadaki
denge ve düzen oluşturucu güç sistemi, varlıkların bedenleri dışında değil,
varlıkların bedenleri içindedir;
2b- Ebediyet
(ebedi hayat, vs) diye bir şeyin olmadığı, her şeyin sürekli bir
değişim-dönüşüm içinde olması gerektiği son asır içindeki doğa bilimsel
araştırmalarla ortaya konmuştur.
• İki
insan toplumsal sorunların çözümü konusunda birbirleriyle anlaşamıyorlarsa,
bilgi ve mantıklarında bir uyumsuzluk olması söz konusudur. Bilgi ve mantık,
insanın sorunlarını çözme yeteneğidir. Yanlış bir bilgi ile yüklenen bir beyin,
o yanlış bilgi nedeniyle hatalı mantık yürütür ve sorunlarını çözemez olur.
Buna zombileşme de denir.
• Dinamik
Oluşum Mekanizması (DOM) sistemi 5 sayfalık bir metinde toplumsal
sorunlarımızın nedenini ve çözümünü ortaya koyan bir formül ortaya koymakta ve
sorunlarımızın nedeninin tepeye-bağımlılık, ve tepeye bağlı örgütlenme (TBÖ)
olduğunu kesin bir şekilde göstermektedir.
• Başka
görüş sahiplerinin de bilgileri ve mantıkları sağlamsa, DOM-sisteminin yaptığı
gibi 5-6 sayfalık bir metinle, toplumsal sorunlarımızın nedenini ve çözümünü
içeren bir formül ortaya koysunlar, ki insanlar ikisi arasında bir seçim
yapabilsinler.
5. Adım: Uzlaşma
ilkeleri
DOM-sistemi
insanlığın tüm sorunlarını çözebilecek bir formül ortaya koymuştur. Bu sistemde
bir veri veya mantık hatası buluyorsanız, onu delilleriyle ortaya kayarsınız ve
tartışır-uzlaşırız. Yok, bulamıyorsanız, o zaman o sistem bilgilerini kabul
edip-uygulamaya geçersiniz. Yoksa daha yüzlerce yıl boşuna tartışır ve
savaşırız. Bu arada hayatımız biter ve sorunlar gelecek nesile devredilir.
Onlar aynı şekilde devam ederler ve bu kısır döngü devam eder gider.
Yaklaşık 30
yıldır toplumsal sorunlar nasıl çözülür konusunda fikir üretmeye
çalışmaktayım. Yazdıklarım hakkında görüş bildirmek ve konuyu tartışmak
isteyenlere baştan söyleyeceğim şudur: Yazdıklarımda hiç hata yoktur iddiasında
değilim. Ama genel hattı ile DOM-görüşünün doğru olduğuna inanıyorum, çünkü
doğa dinamik sistemlidir, yani sürekli bir değişim-dönüşüm söz konusudur. Ve
DOM görüşü bu değişim-dönüşümlü sisteme dayalı bir hayat görüşüdür. Geleneksel
hayat görüşleri ise statik sistemlidir, bu nedenle toplumsal sorunlarımızın
oluşmasına neden olmaktadır.
Yazdıklarımı
tenkit edecek arkadaşların, bu temel farkı dikkate alarak konuya yaklaşmaları
gerekir, bu şekilde gereksiz tartışmalar ve zaman kaybı önlenebilinir.
Tartışmaların kısır çekişmelere saplanıp-tıkanmaması hepimizin yararınadır. Bu
nedenle şu tartışma ilkelerinin dikkate alınmasını istiyorum. Bu ilkelerde
değiştirmek-düzeltmek istediğiniz maddeleri bildirirseniz, gerekli düzeltmeleri
yapıp, sorunlarımızın çözümü konusunda çalışmalara devam edebiliriz.
Tartışma-Uzlaşma-İlkeleri
Organizasyonu
tepeye bağımlı olacak şekilde örgütlenmiş tüm toplumlarda insanlar toplumsal
sistemin kurallarının tepedeki bir zümre tarafından belirlenmesine
alışmışlardır. Bu nedenle bu tür toplumlarda insanlar arasında
anlaşıp-uzlaşmaya götürücü tartışma adabı gelişmemiştir. Tersine, insanlar, ya
kendi oluşturdukları veyahut da kendilerine empoze edilen bir görüşü savunma amacıyla
tartışmalara girerler. Amaç baştan böyle olunca da, tartışmalar genellikle
anlaşmayla değil, kavgayla-savaşla sonuçlanır, çünkü ana hedef ortak bir
uzlaşma sağlanması değil, kendi görüşünüzü, karşı tarafa empoze etme yarışıdır.
Bizlerin karşı-karşıya olduğumuz en temel sorun bu noktada düğümlenir.
Bu kör-düğümü
çözmek için bazı uzlaşma ilkeleri oluşturmak ve bunlarda bir görüş
birliğine varmak gerekir.
• 1-
Ayrıntılarla değil, konunun ana hattı üzerinde tartışmaya başlayacaksın.
Ayrıntılara sonradan girilip, gerekli düzeltmeler yapılabilinir. Karşılıklı
olarak anlaşıp-uzlaşma, karşımızdakinin fikirlerini en ayrıntısına kadar
incelemek ve sunulan görüşün kabul edilebilir kısımlarını ortaya koyup, kabul
edilemeyenleri belirtip, üzerinde değişiklik yapılması gereken konuları
ayırmakla başlamalıdır.
• 2-
Tartışmalarda karşındakini aşağılayıcı- rencide edici tutum ve davranışlardan
kaçınacaksın. Bir fikri tümüyle reddetmek, o konuda kişisel olarak daha iyi bir
öneri sahibi olunmasını gerektirir. Kişisel olarak bir çözüm formülü olmayan
birinin, bir öneriye tümüyle karşı çıkması, tamamen mantık dışı bir
davranıştır.
• 3-
Bir önerinin herhangi bir yönünü tenkit etmeye kalkmadan önce, öneri sahibine
“sizin yazdıklarınızdan şunu mu anlamam gerekir?” gibi, önerinin konuya dair
ana fikrini doğru anlayıp-anlamadığınızı kontrol etmeniz gerekir. Bu daha
sonraki birçok yanlış anlamayı ve kısır tartışmaları minimuma indirgemek için
gereklidir. Tartışılan konulardaki temel kavramların tanımında karşılıklı
olarak anlaşacaksın: Bir insan bir şey anlatırken "muz" tarif etmek
istiyorken, karşısındaki "salatalık" anlıyorsa, kullanılan bazı
terimlerin anlamlarında karşılıklı bir uyuşmazlık olması söz konusudur. Onun
için, hangi terimin tanımında uzlaşma sağlanması gerektiğini
saptayıp, o terimin tanımında anlaşmalısınız.
• 4-
Bir görüşe karşı çıkıldığında, sunulan fikrin beğenilmeyen yönünü belirttikten
sonra mutlaka bir düzeltme önerisi sunulması gerekir, çünkü “ben şu noktaya
karşıyım” demek ve bir alternatif öneri sunmamak, o konu hakkında yeterli bilgi
ve birikime sahip olmamak anlamına gelir.
Doğada bilgi ve
bilinç oluşumuna dayalı bir evrim-gelişme olduğuna göre, bu yönlenmeyi
oluşturan güç de atalarımız tarafından “tanrı” olarak tanımlandığına göre,
neden böyle bir tanımda uzlaşarak, gerçek-din ve bilimi bir arada
değerlendirmiyoruz? Amacımız üzüm-yemek mi, bağcı-dövmek mi?
DEVAMI
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder